Saturday, December 29, 2012

Batan gemiden manzaralar : Yaşasın Hürriyet Kızları Özel. Yalçın Küçük. 25 aralık 2012 Aydınlık Gazetesi

Hürriyet’in kızları Galiba normal olmayan benim, hiç kimse merak etmiyordu, ben ise duramıyordum, Zaman Gazetesi, her Pazartesi, günlük gazete tirajlarını yayınlıyordu, açıklama yapmadı ve birden kesti, cevapsız sorular düzüyordum. En çok, artık tirajların hızla düştüğünü saklamak için gazetelerin izin vermedikleri hipotezi üzerinde duruyordum. Yanıldım, iki veya üç hafta sonra tekrar başladılar. Doğru çıktım, Hürriyet’in tirajını elli bir kadar artırmışlar, artırmak için bir kesinti gerekiyordu, yaptılar. Hilton ve Hacı Aydın Doğan, Fethullah Gülen ile “iyi” anlaşmaktadır. Normal, hem “Hilton” ve hem Hacı’dır. Anlaşırlar. Hürriyet’in önlenemez düşüşü Kesintiden önce dört yüz binin altına inmişti, “trend”, yakında Sözcü’nün Hürriyet’i geçeceğini gösteriyordu. Bir sıçratma arası verdiler ama önleyemezler. Artık matbuattan çekilme zamanıdır. Bir Posta’sı var, gazete okumayanlar için çıkarılan bir gazetedir. Bir Radikal’i var, aslında günlük bir tek nüsha çıkıyor ve Fethullah Gülen’e takdim edildiğini sanıyorum. Bu usulü biliyoruz, Lenin hasta yatağından, Stalin’i eleştiren bir yazı göndermişti, Stalin, Pravda’nın tek nüsha çıkarılmasını önermişti, Lenin’e gönderilmek üzeredir. Geriye kalanları, devlet dairelerine satarlar ve biraz da satışla oynarlar. Neden oynamasınlar, Radikal’in başında, Gülen’in Can’ı var ve Can’ın eşi Elif Hanım, roman okumayanlara roman yazmaktadır. İdare ediyorlar, Elif Şafak’ın arada bir doğru cümle kurduğu dahi görülmektedir. Haberlerden anlıyoruz. Esnaf Hilton Doğan Hilton Doğan esnaflığı biliyor, Hürriyet’in birinci ve başka birkaç sayfasını satmış durumdadır. İç ve orta sayfalar eski gazetecilerde, her gün iki ayrı gazete olarak çıkmaktadır. Bu sayfayı, ilk sayfayı görebiliyorum, tam magazin ve tam kızlar sayfasıdır. Buralar, Tayyip Erdoğan Partisi’ne aittir. Yazılar ve daha doğrusu mülakatlar, dışişleri ve başbakanlık tarafından düzenleniyor ve aşikardır. Bunun geçmişi var. Selim Sarper’in Basın Yayın Umum Müdürlüğü zamanında, tek parti dönemi, müseccel siyonisttir, 27 Mayıs 1960 yılında dışişleri bakanı oldu, bazen başyazılar da Ankara’dan geliyordu. Hilton Doğan’ın yeni keşfi, Cansu Çamlıbel de merkezi bir hanımdır, Barzani ve Washington’da merkezi irtibatı vardır, demek istiyorum. Önümde 10 Aralık sayısı duruyor, “Mesud Barzani’nin sağ kolu Fuad Hüseyin” ile mülakat yapıyor, “yap demişler” yapıyor. Yaptıkları hep böyledir, kim bunlar ve nasıl buluyorlar; öyle bir sorunumuz yok, bir memure’dir. Kürt kökenli olması ihtimalini de sarf-ı nazar etmiyorum. Cansu’yu birinci sayfa “güzeli” seçiyorum. Hilton’un kızları Altında Demet Cengiz Hanım’ı görüyoruz, Egemen Bağış ile konuşuyor, “konuş” demişler, konuşması normaldir. Bağış, bilmediği iki nokta üzerindedir, “güzel” ve “İstanbul”, teşekkür ediyorum. Siirtli, ömrünü New York’ta Yahudi Yüksek Okulu ve mahallesinde geçirdi, bir bar-restoranı vardı, boş zamanlarında Beyaz Saray’a Türkçe tercümanlık yapardı. Güzel, tercüman olmak için yemin şarttır ve bunlara “yeminli tercüman” diyoruz. Tercümelerinin durmuş olmasını diliyoruz, çok yorucudur. *** Biraz aşağıda Banu Tuna görünüyor, buradan, Hilton Doğan’ın “hacı” olduktan sonra kendisini feminizme vurduğunu anlıyoruz. Gerçi feminizminin kökü eskidir; çocuklarının dördünün de kız olmasından çıkarıyoruz. Kutluyoruz. Bitti, diğer sayfaları okumadığım için bilmiyorum, “Yaşasın Hürriyet Kızları” diyorum, bize hürriyetimizi veriyorlar. Ölüm ilanları Yalnız, eksik söyledim, artık Hilton Doğan’ın hiçbir gazetesine, Milliyet dahil, dokunmuyorum. Koğuş’a geliyor, Fatih Hoca hepsini okuyor, masada duruyorlar; ben “okur-yazar” olmadığım için, “yazarım”, temas etmiyorum, yakın zamanda Milliyet ve Hürriyet ile de temasımı kesmiş haldeyim. Fakat, ölüm ilanlarından vazgeçemiyorum, kitap üzerinde çalışıyorum, tek kaynaktır, yakında tamamlanacak ve batan geminin kızlarına veda edeceğim, yakın ve belki yarından da yakındır. *** Hazine değerinde iki ilanımız var. Sizlerle “faire-part” etmek istiyorum, ölüm ilanları Fransa’da da caridir, aile “faire-part” eder, kısadır, “bildiririz” demektir. Bizde ise bir dilbimez, sans numero’yu “yüz numara” olarak dilimize sokmuştu, yine bir başka cahil buna “paylaşmak” deyiverdi. Çok da işimize geliyor, gelir dağılımının dibe vurduğu bir dönemde, şimdi herkes her zaman paylaşıyorlar. Cahillik diyorum. Şeflik töreni Birinde, “Çikvaşvili” geçiyor, İyusif Jukaşvili’yi andırıyor, Gürcü adı, ailenin bir kolu demek Gürcü, bunu görüyoruz. Bir de “Mansur” okuyoruz, çok çok önemli bir soyadı bulmuş oluyorum. Mansur mu, bilmiyor muyuz, Cem Mansur’u nasıl bilmeyiz, Danyal Yurdatapan Paşa’nın kızı, aşırı Cumhuriyet düşmanı Lale Mansur’un tele-kocasıdır, telefon ve televizyon evliliklerine bu adı veriyorum. Bir gün Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konseri vardı, konser seyircilerini bilirim, Temren’le her Cuma kaçırmazdık, değişmişti, Fatma Mansur dahi vardı. Odtü’den Hoca arkadaşımız, Cem’in halası, babası Ali Mansur’du, Doğan Avcıoğlu’nun yakını, tanışmıştım, solcu idi ve bu konser ile “Mühendis Oğlumuz” Cem artık şef oluyordu. Çok mühim kalabalık olmuştu, Fatma’nın kocası, adını vermiyorum, arkadaşımız, ben bu işlere başlamamıştım, “Yalçın New York’a ilk gittiğimizde, New York’un en büyük Yahudileri karşıladılar” demişti. Arabi köklü bu sözcük, Yahudilik’te çok önemli bir aileye işaret ediyor; Londra’da şeflik de Mansur hakkıdır. *** İkinci modern mezar taşına geçebilir miyim, “Gazaz” altında “Kazes” olması çok değerlidir; Yahudilik “diaspora” ile de tarif edildiğinden telaffuz farkları çoktur ve kaçınılmaz buluyoruz. Galiba bizim lisedendi, bir Ali Kazaz vardı, basketçi, hatırlamış oluyoruz. Tabii, manken Kazes veya Kazaz’ı da biliyoruz, Ertuğrul Özkök ile mi, “juri” olmuşlardı, şöhretlerine şöhret kattılar. Umarım yanılmıyorumdur; burada google vermiyorlar. Bu sözcük de, “Mansur” misli Arabi kökenlidir, amma Yahudiler ve oradan da Sabetayistler taşıyorlar. Soyadı iki şekilde taşınıyor, “İpekçi” ve “Kazes”, bu ikincisi de ipek ticareti yapan anlamındadır. “Kazes” soyadından Antep’te hala çok olmalıdır ve bir bölümünü, Sabetayist değil kripto-Yahudi olarak teşhis ediyoruz. Antep’te Yahudiler çoktular ve mahalleleri hâlâ durmaktadır. Sona geliyoruz. Tevratik isimler Tabii “İpekçi” dendiğinde Şmail Cem İpekçi’yi unutamayız; İbrani “Şlomo” sözcüğünü, biz iki karşılığı ile kullanıyoruz. Birisi “Süleyman” veya “Solimon”, Arabi’den okuyoruz ve diğeri Cem’dir, çok eski Farsça’dan ithal ediyoruz. Atamanoğlu Mehmet oğluna bu adı İran’dan getirmişti. Bu arada Şmail, İbrani olmakla sevmezler, adlarının birisinin Tevratik olması şarttır ve burada “Cem” uygun düşmektedir. Görülüyor, Cem Mansur, İbraniler için Şlomo Mansur’dur ve tam bir “fit” diyebiliyoruz. İlanda bir de “Metin” görülüyor, “Ebiri” karşılığı çokça taşıyoruz, “Üstün”, Faik ile yer değiştirebiliyorlar, “Çetin” manası belirgindir, “Erol” daha çok Yahudiler’e aittir, bitirmiş oluyorum. İsimlerimiz bunlar amma tek başına belirleyici sayamıyorum. Kim kiminle: Kelebek Yalnız son olarak şunu da eklemek istiyorum, bu araştırmayı bitirinceye kadar “Kelebek” okumak da zorunluluk oluyor. Çünkü geliştirdiğim disiplinde, isimler yeterli olmaktan uzaktır; cinsel ilişki ise daha çok önemlidir. Sabetayistler için Türk-Müslüman ile cinsel ilişki günahtır ve evlenmeyi ise hiç düşünmezler. Kelebek’e gelince, önemli ölçüde “kim kiminle” haberini veriyor, bilimsel değeri büyüktür. Zavallılar partner sıkıntısı çekiyorlar, Atina çok yakın, Hıristiyanlar ile serbesttir, dizicilerimiz, bu arada, ihtiyaçlarının bir bölümünü Yunanistan’dan karşılıyorlar. Bunları takip ediyorum. Manken Kazaz, bir Yunana kavuşunca, çok büyük ihtimalle Sabetayist diyebiliyoruz, kıtlıktan kurtulmasına seviniyoruz. Yunanistan ile dostluğumuzu arttırıyorum. Bilim yolunda Mizrahi çok değerli bir sözcüktür, her dilde bu şekilde kullanılabiliyor, sırasıyla, Yahudi, “Irak Yahudisi” ve “doğulu” anlamları var. Sözcük anlamı “doğulu” demektir ve Kenan Doğulu’ya işaret etmektedir. Beren asıl yazılışı, “Berendt”, daha çok Macar Yahudileri’ni gösteriyor, Ebru Şallı’nın oğlu da “Beren”, biliyoruz. Küçük Beren’in babası “Harun” ve dedesi “Oral” olmalıdır; işte bilim budur. Bizde “Saat” soyadı olmaz, “Saatçı” veya “Saatçıyan” varlar, “Saad” uygundur ve Saat, bozmadır. Yapıyorlar. Yalnız Beren Saat ve Kenan Doğulu birbirine çok uymaktadır. Ne yapacaklar, Atina’ya mı gidecekler, demek ki birliktelik bir zorunluluktur. Bitirdim, sağolasın Hacı Hilton Aydın diyorum. Sağolsunlar, batan geminin kızları ve sayelerinde bilim yapıyoruz.

Monday, December 17, 2012

ŞİKE OPERASYONUNU DEŞİFRE ETTİĞMİZ GİBİ BUNU DA EVVELDEN AÇIKLIYORUZ. AÇIKLIYORUZ... ERGENEKON DAVASI BİTMİŞTİR. İŞARET FİŞEĞİ "MUSTAFA" NIN FİLMCİSİ CAN DÜNDAR TARAFINDAN VERİLMİŞTİR.

Hava döndü Can Dündar Mazhar Alanson, New York dönüşü yazmıştı: “5 dakkada değişir bütün işler” diye... Ben de dört gün Fransa’daydım; döndüm ki ne göreyim: 5 dakkada değişmiş bütün işler... Hava dönmüş, rüzgar tersten esiyor. * * * Gazetelere bakınca gördüğüm şu: “Ergenekon büyük tehdit” diyenlerle “Ergenekon büyük palavra” diyenler, pek nadiren gözlenen bir fikir birliğiyle aynı teşhiste buluşmuş: “Ergenekon davası itibar kaybetti. Davaya destek azaldı, tepki çoğaldı. Psikolojik üstünlük, yargılananlara geçti.” Mesela Aydınlık’taki makalelerle, Radikal’dekiler, farklı pencerelerden aynı haberi veriyor: “Türkiye, yeni bir döneme giriyor.” * * * Ne oldu? Ne değişti? Rüzgar ne zaman terse döndü? Orada teşhisler farklı: Kimine göre Başbakan’ın Kürt sorununda milliyetçi dile ve askeri çözüme dönme temayülü, liberallerle son bağları da kesti. Kimine göre Ankara’daki 29 Ekim yürüyüşü havayı çevirdi. Barikatın yıkılışıyla, yenildiğini düşünen kitlelere özgüven geldi. Kimine göre ise Şemdin Sakık’ın ifadesi ile “Ergenekon’u itibarsızlaştırma operasyonu” zirve yaptı. Sakık’ın kendini deşifre etmesiyle, bütün gizli tanık ifadeleri çöpe gitti. Bazılarının dört elle sarıldığı “Özal zehirlendi” iddiasının tüm kurcalamalara rağmen fos çıkması da bir başka yenilgi oldu. Nihayet muhaliflerin kitlesel Silivri çıkartması ve ardından Ergenekon ve Balyoz davalarının kıvılcımını çakan Taraf’ın çöküşü, havanın dönüşünün son kanıtları olarak görüldü. * * * Radikal’de “eski Taraf’çı” Ümit İzmen, “Taraf’taki istifalar Türkiye’de bir dönemin sonuna işaret ediyor. İktidarın üzerinde durduğu zemin, hızla zayıflıyor” derken işin ekonomik boyutuna da değiniyor: “Büyüme hızı 2011’den beri sürekli düşüyor. Özel sektörde tüketim ve yatırım harcamaları daralıyor. Bu da AKP’nin dayandığı orta sınıf ve Anadolu sermayesi kolonlarında çatlamalar olduğunu gösteriyor. Duvarın ne zaman çökeceği belli değil, ama gidişat o yönde...” * * * Buradan nereye? “Yeni rüzgar” konusu hayli bulanık... Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk, Vatan’da Mine Şenocaklı’ya “Ergenekon, kanıtlanamamış bir darbe teşebbüsü davasıdır. Tek çözüm yolu aftır” diyor. Buna karşın mesela Murat Belge, Orhan Kemal Cengiz, Tarhan Erdem gibi kalemler, bir darbe tehlikesini dillendiriyor. Deniz Kuvvetleri’ndeki bir törende, eski subayların, Balyoz sanıklarının resmini taşıyan tişörtlerle öğrenciler arasına girip eylem yapmasını örnek veriyorlar. Maziye gömüldüğü düşünülen idam cezasından sonra, darbe ihtimali de “5 dakkada” yeniden gündeme dönüyor. * * * 2023, hatta 2071 planı yapanların kulakları çınlasın. “28 Şubat bin yıl sürer” diyenler gibi onlar da yanıldı. Böyle dinamik bir ülkede 2013’ü bile kestirmek imkansızdır. Ortama bakıp ne havaya zıplayın ne dibe çökün! Bugünkü puslu iklimde ihtiyaç, hem darbeci zihniyete hem iktidardaki tahakküme karşı olan demokratik güçlerin, sürece ağırlık koymasıdır. Yoksa? Cevabı, Mazhar’ın şarkısının devamında var: “5 dakkada değişir bütün işler / Bu işler, bazen adamı geriden şişler...”