Thursday, January 3, 2013

Başımızı yine MİT yaktı / Mehmet Bori

Sonu hayır olsun, 2013’e MİT-İmralı görüşmeleri gündemiyle başladık. Bu yemek yeniden ısıtıldığına göre perde arkasında Hükümeti sıkıştıran bir şeyler olmalı. Erdoğan’ı sıkıştıran şey Ergenekon ve Balyoz davalarının çökmesi olmasın? MİT-PKK görüşmeleri ile Ergenekon, Balyoz davalarının ne alakası var diye düşünebilirsiniz. Hatta konunun Turgut Özal’a yapılan başarısız suikast girişimi ile de ilgisi olabilir. AF VADİYLE TETİKÇİ OLARAK KULLANILANLAR Kartal Demirağ, 18 Haziran 1988 günü Ankara'da yapılan ANAP kongresinde kürsüde konuşan Başbakan Turgut Özal'a iki el ateş ederek başarısız bir suikast girişiminde bulunmuştu. Sağ olarak yakalanan Demirağ’ın sorgulamasında, suikast girişimi öncesinde Başbakanın eşi Semra Özal’a iki tehdit mektubu yazdığı anlaşıldı.

Demirağ mektuplarında, “ …milliyetçi mukaddesatçıların bir kısmı Türkiye'de, bir kısmı yurtdışında, bir kısmı hapishanelerde, bir kısmı da mezarda. Milliyetçiler, Tanrı'dan başka hiçbir şeyden korkmaz, tertemiz kanlarını bu vatan için akıttılar. Komünizme karşı set oldular. Eğer bizler olmasaydık, siz de olmayacaktınız… Bizden mezara giden kurtuldu, ya hapishanedekiler…” diyerek af çıkarılması konusunda tehditler savuruyordu. Demirağ olaydan yaklaşık 5 ay önce nasıl olduysa elini kolunu sallayarak hapishaneden kaçmış, bu süre zarfında hiç kimseye görünmemeyi başarmış, Başbakan’ın konuşma yaptığı özel güvenlik önlemleri alınan salona belinde her seferinde 2 mermiden sonra tutukluk yapan tabancasıyla ne hikmetse yine elini kolunu sallayarak girmişti. Sözün kısası şu ünlü “derin devlet” aftan başka çaresi olmayan birini tetikçi olarak kullanmıştı.

Şimdi günümüze gelelim. Ergenekon davasında 44 gizli tanık var, bunlardan sadece 31’i dinlendi. Gizli tanıkların profili iğrenç. Örneğin hem sanık, hem gizli tanık olan Yüksel Dilsiz 8 erkek çocuğa tecavüzden tutuklu. Bir diğer gizli tanık Şemdin Sakık. Gizli tanıkların hiçbirinin işledikleri suçlardan dolayı normal şartlarda hapisten çıkma ihtimalleri yok, onlar için tek kurtuluş yolu af. Anlaşılacağı üzere birileri gidip bu gizli tanıkları af vaadiyle ikna etmiş. OSLO GÖRÜŞMELERİNİN AÇIK ETTİĞİ TEZGÂH Şimdi gelelim Oslo görüşmelerine. MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş pazarlıklar esnasında şunları söylüyor: “…Gerek devletin hazırlanmasında, gerek toplumun hazırlanmasında, gerek örgütün hazırlanmasında şu masada yürüttüğümüz çalışmaların çok büyük katkısı olmuştur...” Devlet ve toplumu neye hazırlıyorlar? PKK sorununun çözümüne... Peki, hazırlık adına neler yapmışlar bir göz atalım. 30 yıldır terörle mücadelenin bütün yükü askerlerin sırtındaydı; çok mücadele etmiş, çok şehit vermiş ve konunun otoritesi haline gelmişlerdi. Bu askerleri “Diyarbakır’ı BOP projesinin yıldızı yapma” fikrine ikna etmek mümkün değildi.

O halde bu projeye razı olmayacakların bir kısmı tasfiye edilerek, TSK baskı altına alınmalıydı. Aynı zamanda projeye Türk halkını da razı etmek gerekiyordu. Bu esnada Ordunun halkın gözündeki itibarı %90’ların üzerindeydi. Her iki tarafı projeye hazırlamak için seçilen yol SAM Amcanın tavsiyesiyle TSK’yı itibarsızlaştırmak oldu. Derken Ergenekon operasyonunun düğmesine basıldı. Yıllarca terörle mücadelede canını ortaya koymuş, özerklik vs gibi anlayışların ülkeyi bölünmeye götüreceğini düşünen subaylar zindanlara doldurulmaya başlandı. Karakol bahçeleri kazılarak PKK’lı kemikleri arandı. Verilen şehitler üzerinden komutanlara çeşitli davalar açılarak, halkın gözünde askerin terörle mücadelede başarışız olduğu imajı yaratılmaya çalışıldı. Diğer yandan bir Kürt devleti kurma peşinde olduğu düşünülen PKK’nın şahin kanadı, KCK operasyonlarıyla hapse atılmaya başlandı.

Yani “derin devlet”, her iki tarafın da şahinlerini temizliyordu; böylece siyasi karar için uygun ortamı hazırlamış oluyor, aynı zamanda bu süreçte halkın gözünde, “Hükümet hem terörle mücadelede başarısız darbeci askerleri temizliyor, vesayeti sonlandırıyor, hem de diğer yandan KCK operasyonlarıyla PKK’ya aman vermiyor” görüntüsü yaratılıyordu. Sürecin devamında PKK ile müzakereler tamamlanıp yeni anayasa yapılıp, “Diyarbakır BOP’un yıldızı yapıldıktan sonra” Apo’ya da verilen sözü tutmak adına bir af çıkarılacak, böylece sistemden tasfiye edilmiş asker, bürokrat, siyasetçi ve aydınların da daha fazla acı çekmesi önlenecekti. Böylece Türk filmi mutlu sona erecekti. İşte bizim “süper zeki” istihbaratçılarımızın planı buydu. BİZİM ZEKİ İSTİHBARATÇILAR KENDİ KAZDIKLARI KUYUYA DÜŞTÜLER Bizim zeki istihbaratçılar, bu işin yüksek rütbeli birkaç emekli general ve PKK ile mücadelede adı şaibeye karışmış birkaç subayla halledileceğini hesaplamıştı. Ancak kendisine ihale verilen Cemaat, bunu fırsata çevirerek TSK’da kadrolaşmasını tamamlama işine koyuldu. Balyoz, Fuhuş, Casusluk gibi davalarla yüzlerce subayı tasfiye edilmeye başlayınca işin rengi değişmeye başladı. Hükümet panik halinde özel yetkili mahkemeleri kaldırma kararı aldı; ancak mevcut davaları elinden almaya gücü yetmedi.

Arkasından MİT Müsteşarı üzerinden Başbakana operasyon yapılmaya çalışıldı, Başbakan kendini ancak MİT yasası diye bilinen hukuki düzenlemeyle koruma altına alabildi. Bizim süper zeki istihbaratçılar bu plan yüzünden yüzlerce mağdur insan ile birlikte, kendi elleriyle TSK’da kadrolaşmasını tamamlayarak gelecekte darbe yapma potansiyeline sahip, yeni bir Gladyo yaratmışlardı. İşin kötüsü bu yeni Gladyo ile mücadele edecek güçleri de yoktu. Çünkü yukarıda anlattığımız operasyonu onaylayanın kim olduğu belgeleriyle Cemaatin elindeydi. Cemaatin yaptıklarının MİT’in başbakan kanadının elinde olması bu anlamda hiçbir şey ifade etmiyordu. Hepsinden daha kötüsü, her iki tarafın belgeleri de SAM Amcanın elindeydi. SAM Amcanın planı hatasız işlemiş, bizimkilerin burnuna halka takmayı başarmıştı. Şimdi Suriye’ye saldır, saldırıyorlar; anayasayı değiştir, tamam; füze kalkanı başım üstüne; Patriot, o da olur; İsrail’in NATO üyeliğine giden yolda sorun çıkarma, eyvallah ağabey, Apo’ya Bodrumda tatil, oda olur inşallah. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın bahsettiği “entegre strateji” budur işte. Türkiye bu hükümetten kurtulmadıkça burnuna takılan halkadan kurtulamayacaktır. Tayyip Erdoğan’a güle güle demeden bu açmazdan çıkma ihtimali yoktur. Türkiye’nin en büyük sorunu başta siyasetçi ve istihbaratçı olmak üzere devlet adamı yetiştirememektir. Bu sorun devam ederse Türkiye’nin önümüzdeki yüzyılda varlığını sürdürmesi mümkün değildir.

Mehmet Bori 03 Ocak 2013 ulusalkanal.com.tr