Thursday, August 22, 2013

Bülent Arınç da Sabetayist mi?

 Bülent Arınç da Sabetayist mi?



Bülent Arınç da Sabetayist mi?
Bülent Arınç da Sabetayist mi?

Bülent Arınç, 1948 yılında sıcak bir mayıs ayının 25'inde Bursa'da dünyaya geldi. Arınç, doğumuyla da her insan gibi olmayacağının, aykırı cephede yer alacağının işaretlerini veri­yordu. Arınç'ın doğumu sıradan bir doğum değildi, önce ba­cakları görünmüş, paniğe kapılan doğumdakiler, onu ana kar­nında düzeltmeye çalışmışlarsa da becerememişler, bacakla­rından tutarak çekip çıkartmışlardı.

Evet; 13.733.688.728 T.C numaralı Bülent Arınç 25.05.1948 tarihinde Bursa'da ters bir doğumla gözlerini dünyaya açıyordu. Arınç'ın, Manisa Merkez ilçe Büyük Süm­büller Köyü'nde yer alan kütüğü 1959 yılında Manisa merkez ilçeye naklediliyordu.

Bülent Arınç, her ne kadar babasını "Komutan" olarak ta­nımlasa da 13.748.688.218 kimlik numaralı babası İbrahim Arınç, Jandarma uzatmalısı olarak tanınıyordu. Arınç'ın dede­sinin kütükte geçen ismi Ahmet, nenesinin adı ise Raziye ola­rak yer alıyordu. Baba Arınç 28.12.1908 tarihinde Manisa'da doğmuştu.

15

Musa'nın Mücahiti İbrahim Arınç'ın annesi Raziye'nin, 13.691.690.184 nu­maralı kimlik bilgilerinden gördüğümüze göre baba adı Meh­met, annesinin ismi ise Gılman'dı. Raziye Hanım Bergama'da doğmuştu. Bergama'ya da Girit'ten gelmişlerdi. Girit'e gitme­leri ise Siirt'in Baykan ilçesi Arınç köyünden olan, Arınç aile­sinin Tunceli ve yöresinde isyana kalkışmaları sonucuydu. Böylece Tayyip'in karısı Emine'den, Abdullah Gül'den, Beşir Atalay'dan sonra Siirt kökenli olduğu belgelenen Arınçlar, Bedirhan aşiretinin uzantılarındandılar. Osmanlı bunları Girit'e sürdükten sonra Girit isyanları başlamıştı. Arınç'ın İbrani kö­kenli dedeleri Osmanlı'ya başvurarak bugünkü deyimle Koor­dinatörlük istemiş, koordinatör olmalarının ardından Girit elimizden çıkmıştı. Girit'in elimizden çıkmasının ardından Arınç ailesi Mani­sa'ya yerleşiyorlardı. Manisa, Yunan'a kurşun atmadan teslim olan tek ilimiz olarak tarihte yerini alıyordu. Manisa'da yetişen Bülent Arınç, Meclis Başkanı olduğu zaman 12 mil olayının Yunanistan lehine kabul edilmesini istiyordu. Oysa Bülent Arınç, Mekke'de sarı, kırmızı ve yeşil renkli bir çadırda yaptığı açıklama da Yunanistan'ı Helencilikle, Megalo İdea peşinde koşmakla suçluyor ve ardından kükrüyordu: "Kahpe Yunan" Bülent Arınç'ın annesi Ayşe Sevdiye ise 13.745.688.372 numaralı kimlik bilgilerine göre; 01.07.1919 yılında Alan­ya'da dünyaya gelmişti. Annesinin adı Emine, babası ise Ka­zım'dı. Anne Sevdiye ve Baba İbrahim 10.03.1937 tarihinde evleniyorlardı.

16

Bu evlilikten Bülent Arınç'ın dışında; 15.02.1938 tarihinde Yıldıray, 26.01.1940 yılında Kutlay, 19.05.1943'de Ümit Doğay ve 12.07.1956'ya geldiğimiz de Tülay isimli ço­cukları oluyordu. 21.05.2007 tarihinde Manisa ETV Televizyonunda yayın­lanan konuşmasında Bülent Arınç, annesinin, büyükbaba ve büyük annesinin Bergama ve Yunt Dağı bölgelerinde doğup büyümüş kişiler olduğunu söylüyordu. Oysa yukarıda da belirt­tiğim gibi annesi Ayşe Sevdiye 13.745.688.372 numaralı kim­lik bilgilerine göre; 01.07.1919 yılında Alanya'da dünyaya ge­liyordu. Arınç'ın annesi Sevdiye Mısır'dan Alanya'ya göçen bir ai­lenin kızıydı. Aynı Baykal ailesi gibi onlar da Mısır'dan gelmiş­lerdi. Deniz Baykal'ın dedesi yani annesinin babası Mısır'dan göç edip Antalya'ya yerleşen çok iyi derecede Arapça bilen Şeyh Ahmet Neşşar'dı. Deniz Baykal'ın dayısının oğlu Meh­met Uğur Neşşar CHP Denizli milletvekiliydi. Mısır kökenli ve İskenderiye doğumlu bir başka milletveki­li ise Tayyip'in sırdaşı Emin Şirin'di. Emin Şirin kendini tanım­larken; "Ben de Türk kanından başka her kan var" diyordu. Arınç'ın büyük babası Mehmet, Derviş Mehmet olarak ta­nınıyordu. Büyük baba ölünce Arınç'ın kütükte Ahmet adı ile kayıtlı dedesi, Derviş Mehmet diye çağrılmaya başlanıyordu. Bilindiği gibi Derviş Mehmet, Asteğmen Kubilay'ı şehit eden gurubun başını çekiyordu. Bülent Arınç'ı çok yakından tanıyan ve onun çocukluk arkadaşı olan Nedim Çakmak, "Bülent, çocukluk ve gençlik yıllarında, Manisa sokaklarında " Dedemin intikamını alacağım" diye dolaşıyor" diyordu.

17

Manisa'nın "Üç Bülent'i diye anılan gurupta yer alan Arınç, Manisa kökenli ve İzmir Karşıyaka'da oturan Yahudi Sara Hanım'ın derslerine katılıyor, onun tekkesinden çıkmıyordu. Yahudi düşmanlığı yaparak, Müslümanları saflarına katmak bu derslerde öğreti­len başlıca konulardandı. AKP yönetiminin kare asları olarak nitelenen İsrail Dışiş­leri Müsteşarı Alon Liel ve İshak Alaton gibi Yahudilerin rah­le-i tedrisatından geçen Tayip Erdoğan Maça ası olarak adlan­dırılırken, Kupa ası Bülent Arınç ise Yahudi Sara'nın dersle­rinden ayrılmıyordu. Karo ası Abdullah Gül ise Sabahattin Za­im'in öğrencisiydi. Sabahattin Zaim "Abdullah Gül gibileri bu­lup kullanacaksınız" diyen bir isimdi. Arınç da Erdoğan ve Gül gibi Necip Fazıl'ın talebeleri arasında yer alıyordu. Abdullah Gül, Hülya Avşar'a hayranlığı yüzünden teşkilat­tan tepki alırken, Bülent Arınç Tekirdağ-Malkara'da yaptığı konuşmada; "Hülya Avşar fettan bir kadın her önüne gelenle düşer kalkar" diyor ve alkış alıyordu. Hülya Avşar'ın eski kocası Kaya Çilingiroğlu ise AKP'li ol­duğunu ilan etmekten çekinmiyordu. Süleyman Yeşilyurt, "Yahudi Dönmeleri ve Mum Söndü Ayini" adlı kitabında Sabahattin Zaim için şunları yazıyordu: "1924 yılında Köprülü'de dünyaya gelen Prof. Cevat Babuna'nın baba tarafı Selanik ve Üsküp dönmelerindendir. An­nesi Nazire Hanım ise Selanikli Sabetaist bir ailenin kızıdır. O yıllarda köprülü yani Üsküp, Selanik'ten sonra Yahudi dön­melerin en büyük merkezleri konumundaydı. Babuna'nın teyzeoğlu ünlü Prof. Sabahattin Zaim de Selanik doğumludur.

18

Zaim'in annesi Saime Hanım da Selanik dönmesidir. Zaim'in eşi Ulya (Cıngıllıoğlu) da Sabetaist bir ailenin mensubudur. Ai­ledeki diğer ünlü isim ise Leyla Neyzi'dir..." Karenin dördüncü ismi yani Sinek Ası Abdüllatif Şener, Cumhurbaşkanlığı hayali ile uçtuğu için onunla ilgili bilgilere şimdilik yer vermiyoruz.

Sabetaycı mısınız?


Yalçın Küçük "Tekelliyet 2" adlı kitabında "Bülent Arınç'a yanıt" başlığı altında Uğur İpekçi'nin 14 Mayıs 2003 tarihin­de yayınlanan Habertürk Gazetesi'nde yer alan yazısını akta­rıyordu:

"TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı Habertürk'teki Basın Kulübü'nde izledim.

Sayın Arınç, üç saati aşan program esnasında sadece bir kez sinirlendi. O da 'Siz Sabetaycı yani Yahudi Dönmesi bir ai­leden mi geliyorsunuz' sorusu yöneltildiğinde.

Niye bu kadar sinirlendiğini ben pek anlayamadım.

'Değiliz' deyip tartışmayı bitirebilirdi. Ancak demedi. Onun yerine hep başka şeyler söyledi.

Ve hep sinirli konuştu.

Sabetaycılık meselesinde bu kadar hassas olan Bülent Arınç'ın, 'Sabetaycıların okulu' olarak bilinen Fevziye Mektep­leri ile birlikte, Nişantaşı'nda sergi açılışı yapacak olmasına ne buyurulur?

Geçelim...

19

Bülent Arınç, 23 Nisan 2003 günü, eski Meclis binasında yaptığı konuşmada, Nakşibendî şeyhi Ata Efendi'nin Anado­lu'ya nasıl asker ve cephane kaçırdığını övgüyle anlattı.

Peki, Bülent Arınç, Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi şeyhi hukukçu Ata Efendi'nin Sabetaycı olup olmadığını bilmekte midir?

Tüm bunlar tesadüf müdür?"

Bülent Arınç, programda kendini Yahudi Dönmesi olarak niteleyen Yalçın Küçük'e dava açıp açmayacağının sorulması üzerine "Dava açmayacağım" diye cevap veriyordu. Ve dava açamıyordu.

Müslüman-Yahudi Savaşı

AKP Manisa Milletvekili Bülent Arınç, 3 Kasım 2002 se­çimleri öncesi "Şeref Madalyalarımız" dediği konuşmalarında Yahudiler için şöyle diyordu:

"...Şöyle bir hadisi şerif var, Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu harpte Müslü­manlar galip gelecektir, öylesine galibiyet ki, Yahudiler taşla­rın ve ağaçların arkasına saklanacak, ağaçlar haber verecektir, "Ey Müslüman arkama Yahudi saklandı gel onu öldür" diye­ceklerdir."

Seçimlerde insanlarımızdan oy almak için böyle konuşan Bülent Arınç, istedikleri oyları aldıktan ve meclis başkanı ol­duktan sonra, Yahudilerle ilgili düşüncelerini tamamen değiş­tiriyordu.

Bülent Arınç, 26 Mayıs 2005 tarihinde TBMM Başkanı sı­fatıyla Washington'da Musevi Toplumu ve ATAA temsilcileriyle biraraya geliyordu.

20

Arınç Musevi başkanlara övgüler yağdı­rıyordu. Meclis'in İnternet sitesinde Musevilerle buluşma şöy­le aktarılıyordu: "ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert'ın davetlisi olarak Washington'a gelen TBMM Başkanı Bülent Arınç, Musevi toplumu temsilcileri ve Türk-Amerikan Dernek­leri Asamblesi (ATAA) yetkilileriyle ayrı ayrı biraraya geldi. Türkiye'nin Washington Büyükelçiligi'nde bir çalışma top­lantısı yapan Arınç, daha sonra Amerikan-Türk Konseyi'nin (ATC) düzenlediği öğle yemeğine katıldı. Bülent Arınç, bugün ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert ile biraraya gelecek. Arınç'ın ayrıca Beyaz Sa­ray'da ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley ile görüşmesi öngörülü­yor. Bülent Arınç, ABD Kongresi'ndeki Türk Dostluk Grubu ve Kongre Türkiye Çalışma Grubu üyeleriyle de görüşecek. Dennis Hastert, Arınç onuruna kongrede bir resepsiyon verecek. TBMM Başkanı Arınç'ın, cuma günü Chicago'ya geç­mesi ve burada Türk toplumu üyeleriyle biraraya gelmesi bek­leniyor..." Arınç, Chicago'daki temaslarını tamamladıktan sonra Türkiye'ye hareket edecek..." Arınç, ABD'de Musevilere, Amerika ve İsrail'e muhalefe­tin az sayıda bir grup aşırı dincilerin görüşü olduğunu anlatı­yor, kendinin bu küçük gruba dahil olmadığını vurguluyordu. 29 Mayıs 2005 tarihli Yeniçağ Gazetesi'nde "Washington'da neler oluyor" başlığı altında şunlar vurgulanıyordu:

21

"Başbakan Erdoğan'dan önce Amerika'ya giden TBMM Başkanı Arınç, Musevi lobisi ve papazların yönettiği üniversi­tede temaslarda bulundu. Bülent Arınç'ın, Amerika ve İsrail'e muhalefetin az sayıda bir grup aşırı dinci unsurların görüşü ol­duğunu belirtmesi, Washington ve Kudüs"e mesajdı.

Zaten ne hikmetse, koştura koştura Musevi lobisi ile te­masta bulundu. Ayrıca Washington'da, papazlar tarafından yönetilen George Üniversitesi temasları da ilgi çekici.

TBMM Başkanı'nın bu ziyareti neden yaptığı, kendi açık­lamalarının arasındaki kelimelerde gizli.

ABD'nin Chicago kentinde temaslarda bulunan TBMM Başkanı Bülent Arınç, Dünya Ticaret Merkezi'nin Chicago Kulübü'nde verdiği akşam yemeğine katıldı.

Küresel emperyalizmin beyni olan Dünya Ticaret Örgütü, emirlerine direnen ülkelerin iktidarlarını devirmekle ünlü..."

Bülent Arınç'ın Yahudilere Kardeşlik Mesajı

26 Ocak 2006 tarihinde Meclis İnternet'inde TBMM Baş­kanı Bülent Arınç'ın, İsrail Meclis Başkanı'na Uluslararası An­ma Günü nedeniyle bir mesaj gönderdiği açıklanıyordu. Ya­hudilerle savaşmadan kıyamet kopmayacağını ilan eden Arınç, yukarıda da yer alan görüşlerinin aksine Yahudilere ya­pıldığı iddia edilen soykırımı "korkunç" olarak niteliyordu. Si­tede Arınç'ın büyük değişimini(!) gösteren haber şöyle yer alı­yordu:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç, Yahudi soykırımı kurbanları anısına BM Genel Kurulu tarafın­dan ilan edilen 27 Ocak Uluslararası Anma Günü nedeniyle İsrail Meclis Başkanı Reuven Rivlin'e bir mesaj gönderdi.

22

TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın mesajı şöyle: "Bu tür korkunç olayların tekrarlanmaması için yeni nesille­rin bilinçlendirilmesine verdiğimiz önem çerçevesinde, 1 Kasım 2005 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen "Yahudi Soykırımının (Holokost) anılması" başlıklı karar tasarısı­nın ortak sunucuları arasında Türkiye de yer almıştır. 27 Ocak tarihinde ülkemizde de Yahudi soykırımı kurban­larının anılması ve Dışişleri Bakanlığımızca bu amaçla bir açıklama yapılması kararlaştırılmıştır. Aynı tarihte, günün an­lamı ile ilgili TBMM adına bir açıklama yapılmasını da öngör­mekteyim." İsraillilere bu şekilde şirin demeçler yollayan Arınç, RP ha­tibi sıfatıyla yaptığı konuşmalarda İsrail'i "Gasp Devleti" ol­makla suçluyor, esiyor, gürlüyordu: "İsrail bir gasp devletidir. Çalınmış bir toprakta gasp dev­leti kurmuştur. Müslümanların kanlarını akıtmıştır. İsrail'in Mossad örgütü bugünkü terör olaylarında başı çekmiştir..."

Arınç ABD'de

24 Mayıs 2005 yılında Bülent Arınç Meclis Başkanı sıfa­tıyla Amerika'yı ziyaret ediyordu. Ziyaret sırasında ilginç geliş­meler yaşanıyordu. Bu ziyareti Yılmaz Polat'tan izleyelim:

"Tarih 24 Mayıs 2005'i gösterirken Beyaz Saray Basın Bürosu'ndan kısa bir açıklama yapıldı. Açıklamada, Başkan Bush'un Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la 8 Haziran'da görüşeceği duyuruldu.

23

Açıklamada, görüşme süresi yoktu. Li­derlerin, Irak, Büyük Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkaslar konu­larını görüşme imkânı bulacakları yazıldı.

Açıklamanın yapıldığı gün TBMM Başkanı Bülent Arınç da Amerika'ya ayakbastı. Arınç'ın ziyareti daha önceden plan­lanmıştı.

Arınç'ın ilk teması Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert'la idi. Arınç, Hastert'ı Kongre'deki başkanlık odasın­da ziyaret etmeden önce kısa süreli bir fotoğraf çekme fırsatı olacağı bildirildi.

Türk Basın Müşavirligi'nden gazetecilere gönderilen elektronik posta yani e-mail de fotoğraf çekmek isteyen gaze­tecilerin Hastert'in ofisinden Olga'yı aramaları gerektiği bildi­rildi. Bunun üzerine bazı gazeteciler Olga'yı aradı. Olga da ge­reken bilgileri verdi.

Ancak daha sonra yine Basın Müşavirliği'nden gönderi­len başka bir mail de, Temsilciler Meclisi Başkanı'nın ofisine dayanarak, Arınç-Hastert görüşmesinden önce fotoğraf çek­me fırsatının olmayacağı bildirildi. Yani Temsilciler Meclisi Başkanı Arınç'la fotoğrafının çekilmesi ve tv görüntüsünün alınmasını istememişti.

Arınç'ın bu gelişmeden haberi yoktu. Türk basınının ken­dini izlemediğini düşünerek çok kızdı. Bu kızgınlığını da gaze­tecilerin yanında AA ve TRT muhabirlerine laf atarak belli et­ti. Arınç, aleyhine yazı yazan gazeteciler için de isim vermeden ağır konuştu.

Cumhuriyetçi partili olan Hastert aslında Türklerden fazla hoşlanmıyordu.

24

Ermeni ve Rum Lobisinin etkisi altındaydı. 2000 yılındaki sözde Ermeni soykırım tasarısının geçmesi için büyük gayret göstermişti. Dönemin Başkanı Clinton, "Ameri­ka'nın Ulusal Güvenlik çıkarlarını etkileyeceği" gerekçesiyle Haster'a baskı yapıp tasarının Genel Kurula gelmesini önle­mişti. Ancak burada hatırlanması gereken bir husus ta, Yahudiler­le savaş yapılmadan kıyametin kopmayacağını açıklayan Arınç'ın Amerika'da Yahudilere methiyeler düzmesinin yanında sözde Er­meni soykırım konferansına destek vermesi, konferansın yapıl­masını desteklemesi ve istemesiydi. Yahudilere tepki gösterenle­rin ise bir avuç dinci fanatikin, işi olduğunu anlatmasıydı. Neyse dönelim biz Arınç'ın ABD gezisine, ABD'deki bu gelişmelerden haberi olmayan Arınç, Hastert'i Ermeni soykı­rım tasarısının karşısında duran birisi olarak tanımlıyordu. Gerçeklere takla attırarak. Arınç, Beyaz Saray Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Başkan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley'le de görüşüyordu. Arınç'a göre görüşmede, Türk-Amerikan ilişkilerinin öne­mi ve bu ilişkileri hiçbir şeyin zedeleyemeyeceği üzerinde du­ruldu. Bu güzel ilişkilerin gidişini kıskananlar olabilirdi..." Oysa Amerikalılara; "Köpek, katil" gibi sıfatları layık gö­ren yine kendisiydi. Demek ki dün öyleydi bugün de böyle, Amerikan düşmanlığı ile oy kazanıp, Amerikan sevgisiyle eri­me bu şekilde oluyordu.


MUSA'NIN MÜCAHİTİ
Ergün Poyraz
Togan Yayınları / Musa'nın Mücahiti / Araştırma İnceleme

Wednesday, August 21, 2013

Haham Tuncay Güney Kanada dan Konuştu

Bu saat 5 bin dolar 20 tane daha var

Fatma Aksu / Toronto
22 Ağustos 2013
Bu saat 5 bin dolar 20 tane daha var

Ergenekon’un kilit ismi halinden çok memnun.


"Sizden daha lüks takılıyorum. Bir takımı satsam 5 bin 7 bin dolar eder. Bunun gibi 20 tane gösterebilirim. Bu saat 5 bin dolar. 20 tane var. Lüks hayatı seviyorum. Ama söylendiği gibi arkamda bir CIA, MOSSAD, MİT yok. Ama paralar geliyor, nereden geldiğini ben de bilemem."
275 kişinin yargılandığı Ergenekon davasının kilit ismi Tuncay Güney, Kanada’nın Toronto kentinde yaşadığı, yıllık kirası 15 bin dolar olan evinin kapılarını ilk kez Hürriyet’e açtı. Kendisini “Ergenekon’un soğuk mührüyüm” diye tanımlayan Güney, şehir merkezinde, giriş ve çıkışları özel güvenlik kameralarıyla denetlenen 1.500 dairelik bir sitede, bir oda bir salon, küçük bir mutfak, banyo ve balkondan oluşan 65 metrekarelik evde yaşıyor. Yatak odasında asılı duran İsrail bayrağı altında uyuyor. Güney, Toronto’da Beth Israil Center adlı bir Yahudi okulunda haham olarak Tevrat dersleri veriyor. Burası aslında MOSSAD’ın “Underground haham”larının yetiştiği bir istihbarat okulu. İçeride fotoğraf çekmek yasak. 20 kadar öğrenciye ders veren Güney’in yetiştirdiği öğrenciler 8 ay ile 1 yıl arasında sıkı bir eğitim görüyor.

RUHTA YAHUDİYİM
2001 yılından beri yurtdışında yaşayan Güney, Kanada’da vatandaşlık aldığını, oturma ya da seyahat sorunu olmadığını söylüyor. Allah’a inanıyor. Hangi dine mensup olduğu sorulduğunda “Elhamdülillah Müslüman değilim. Ben Tanrı’nın İsrail’i için çalışıyorum. Ruhta Yahudiyim” diyor. Boynunda, İsrail yazılı altın kolye, kolunda da “Daniel” yazılı künye taşıyor. Kendisiyle Toronto şehir merkezinde bir kafede buluştuk. Üzerinde şık giysiler ve pahalı takılarla geliyor yanımıza. Kolunda seramik kordonlu saatinin değerinin 5 bin dolar olduğunu ve bunun gibi 20 saati daha olduğunu söylüyor. Burberry’den giyiniyor. “Bu lüksü Türkiye’de nerede bulacaktım” diyen Güney’le, kahve sohbetine daha sonra evinde devam ediyoruz. Nasıl geçindiğine gelince, “Tanrı’nın yardımlarıyla” diyor. “Allah rızıklandırandır. 14 yıla geliyorum. Ele güne muhtaç olmadık, Allah yine kimseye muhtaç etmesin” diyerek, kolundaki saati ve altın künyelerini gösteriyor: “Sizden daha lüks takılıyorum. Bir takımı satsam 5 bin 7 bin dolar eder. Bunun gibi 20 tane gösterebilirim. Bu saat 5 bin dolar. 20 tane var. Lüks hayatı seviyorum. Ama söylendiği gibi arkamda bir CIA, MOSSAD, MİT yok. Ama paralar geliyor, nereden geldiğini ben de bilemem.” Güney, görevi gereği Kanada yasasına göre bağış da toplayabiliyor.

KİRASI KURUMDAN
Kirası çalıştığı kurum tarafından ödeniyor. Fazla eşyayı sevmiyor. Salonunu, Seyit Kutibi’nin İslami Etütler kitabından Karl Marx’a, Hasan Cemal’den Dan Brown’a ve hakkında yazılan kitaplardan oluşan küçük bir kütüphanesi, sürekli güvenlik kameraları görüntülerinin açık olduğu ve bilgisayar ekranı olarak da kullanılan televizyon, deri koltuk takımı, üzerinde Mısır mitolojisini anlatan kedi figürlü firavun heykeli, sehpada köpeklerin üzerinde duran yılan başlıklı bıçak, duvarda çamurlu bir el içindeki Davut yıldızı fotoğrafından ibaret. Mutfakta, yemek ocağı ve üzerinde “Şabat”larda  mum yakılan bir Yahudi Şamdanı bulunan bir buzdolabı ile duvarında mantar pano bulunuyor. Yatak odasında ise başucunda “Altında uyumak başka bir mutluluk dediği” İsrail bayrağı asılı. Evde güvenlik alarmı var. Kapının dışında, bütün Yahudi evlerinin girişinde bulunan “Mezuza” atlı Yahudi duası göze çarpıyor. Toronto’da yaptığı işin karşılığı olarak ayda 5 bin dolar alan ve kendisine özel şoförlü bir de araç tahsis edilen Güney, “Camide imamlık görevi verdiler de ben mi yapmadım. Bana camide imam olacaksın deselerdi, camide imam olurdum” sözleriyle, kendisini eleştirenlere göndermede bulunuyor.
Kralı dokunamaz
“Tehdit aldınız mı hiç?” sorusuna, tehditle yanıt verip meydan okuyor: “Bu komplolar üzerine bizim de kendimize göre çalışmamız oldu. Bunları göğüslüyoruz. Ama bana karşı fiziki bir saldırının bedeli herkes için çok acı olacaktır. Bunu karşılıksız bırakmayız. Şunu söylüyorum. Kralı bana dokunamaz. 2007 yılından, 2013’e geldik. Tuncay Güney için yaprak kımıldamayacak. Biz de onların buradaki kendi adamlarına öyle bir saldırıda bulunuruz ki, evlerindeki tüllerinin arkasından bakamazlar. Perdelerini kıpırdatamazlar. Böyle bir saldırının ne getireceğini kendileri de bilir”.
5 yıl daha yatarlar
Ergenekon davasının sonuçlarını değerlendiren Tuncay Güney, acaba vicdanen rahat mı? İlker Başbuğ’un aldığı ceza hakkında ne düşünüyor? Cezaları ağır buldu mu? Ergenekon deşifre edildi mi? 1 numara kim? İşte yanıtları:
Bu beklenen bir şeydi. 5 yıl yattılar, bir 5 yıl daha yatarlar. Bu insanları müebbet olarak hapislerde tutamazsınız. Eğer savunma yapmasalardı halkın gözünde kahraman olurlardı. Mahkemeyi kilitlemelisiniz. Hiçbiri savcılıkta ifade vermeseydi, dosya mahkemeye gitmezdi. Mahkemeyi kilitleyebilirdiniz... Zaten yatacaksınız. Savunma yapsan da yatıyorsun, yapmasan da. Türkiye’de adalet aramak, genelevde bakire kız aramaya benzer. Neyin adaletini arıyorlar bilmiyorum. Ergenekon bir terör örgütü değil, sistemin, rejimin kendi teşkilatı. Bu sistem kendi mitolojisini, efsanesini yargıladı. Cezalar tabii ki ağır. Zaten bekliyorduk. Benim için sürpriz olmadı. İnsanlar sorguluyor, çünkü neyin ne olduğunu bilmiyor. Halk bu olayın yüzde 1’ini, mahkeme yüzde 5’ini biliyor. Mahkeme de bilmediği bir şey üzerine müebbet verdi zaten. ‘Bu Ergenekon neydi?’ deyin, hiçbiri bir açıklama yapamayacak. ‘Ergenekon bir terör örgütü’ demek bir haksızlık. ‘Ergenekon bitti demek’ de bir hayalperestlik. Bazıları zafer sarhoşluğunda. Buzdağının görünen bir kısmı sadece. İçeridekiler için tamamen haksızdırlar diyemem. Beni önce kara kutu diye servis yaptınız, sonra maçtan çıkardınız. Beni diskalifiye ettiler. Sistem beni çıkarmak istedi. Ergenekon’dan yargılananların ve Ergenekon’a karşı olanların hemfikir olduğu bir şey vardı: Tuncay Güney’i maçtan çıkaralım. Ve çıkardılar. Sonuç müebbetti, müebbet oldu işte.  Ben tanık olmadım. Gizli tanık da olmadım. ‘Sen bize tanıklık için başvur’ dediler. ‘Uluslararası Tanıklık Yasası’nı uygulayın o zaman’ dedim, uygulayamadılar. Eğer uygulamış olsalardı, bugün cezaevindekiler içeride olmamış olabilirlerdi.
1 numara yoktu Başbuğ’u koydular
İlker Başbuğ’un neden yargılandığını bilmiyorum. Daha doğrusu, Ergenekon mahkemesi neyi aydınlattı? Faili meçhul cinayetler çözüldü mü? Bu insanları da neden yargıladıklarını da bilmiyoruz. Ergenekon’un ortada 1 numarası yoktu. Üst düzeyde birisi yoktu. İlker Başbuğ’u koydular. Okey tamamlanmış oldu. Ergenekon’a lider lazımdı. Aldılar Genel kurmay Başkanı’nı, adamın başını yaktılar. Ergenekon bir Batı Çalışma Grubu da değildir. Ergenekon, rejimin ve sistemin kendisidir. Ergenekon, Ergenekon’la gizlenmiştir, Ergenekon deşifre edilmemiştir. Ergenekon, reforme etmiştir kendini. Ergenekon’un bir kolu suç. Günaha bulaşmıştı. Miladı dolmuştu. O kolu kestiler. Bu, buzdağının sadece görünen kısmı. Şimdi vesayet değişti. Yargı mitolojisini, yani hukuk, efsanesini cezalandırdı.
Tuncay Güney kimdir?
Farklı medya kuruluşlarında gazetecilik yapan 41 yaşındaki Tuncay Güney, 02 Mart 2001’de çalıntı bir aracı İstanbul da satmaya çalışırken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’nce yakalandı. Şubenin o dönemki müdürü Adil Serdar Saçan ve ekibi tarafından sorgulanan Güney’in evinde yapılan aramalarda, Ergenekon davasının temelini oluşturan 6 çuval belge bulundu. Belgeler arasında, örgütün şeması da ele geçirildi. Emniyette kamera karşısında verdiği ifadelerde başta Veli Küçük olmak üzere birçok asker, siyasetçi ve bürokratı Ergenekon’a üye olmakla suçlayan Güney, bu iddiaları, katıldığı birçok televizyon programında da tekrarladı. Güney, Ergenekon davası kapsamında ifadeye çağırılınca, 2009 yılında Kanada’ya kaçtı. Halen Kanada’da hahamlık yapan Güney, daha sonra emniyette verdiği ifadelerin doğru olmadığını ve Adil Serdar Saçan ile ekibinin kendisine işkence yaptığını iddia etmişti. Ergenekon davasının karakutularından biri olan Güney hakkında, CIA ajanı, MİT çalışanı, Cemaat üyesi, İsrail ajanı olduğu gibi iddialar sık sık gündeme gelmişti.

Saturday, August 3, 2013

Bekir Kalyoncu Emekli Edildi

Meğerse sabetayistmiş!

Sabetayizm konusu yıllardır konuşuluyor, araştırılıyor.
Konu üzerine yapılan çalışmalar iki alandan yürüyor.
İlki meseleyi bir aile ve tarih araştırması olarak yapanlar.
Soner Yalçın'dan Yalçın Küçük'e hatta David Mc Bear'ınki gibi uluslararası çalışmalara kadar Sabetayizm araştırmalarının aile ve tarih çalışmalarına kadar kullanıldığı birçok örnek var.
İkinci alan ise meseleyi ırkçı ve ayrıştırıcı temelde yapanlar. Bunlar ise İslamcı ve ırkçılar.
İlginçtir bu alandaki destekçilerin de çoğunlukla Taraf, Zaman gibi yayın organlarında yazan sözde liberaller...
Bugün hükümetin en eski yayın organlarından olan Haber 7'de ilginç bir yazı çıktı.
Haberde hükümetle TSK arasında bir gerilimin kaynağı olduğu anlaşılan Bekir Kalyoncu'nun Sabetayist olduğu iddia ediliyor.
Bir Sabetayistin Genelkurmay Başkanı olamayacağı ima ediliyordu. Açıklanan YAŞ kararlarıyla da Bekir Kalyoncu emekli edildi.
Bakın orada Atatürk'e bile yapılan nasıl bir dokundurma var:
"Selanik göçmeni olduğu iddia edilen Org. Kalyoncu'nun ailesinin 1924 mübadelesinin ardından İstanbul'a geldiği belirtiliyor. Yani bir başka deyişle, Kalyoncu'nun akrabalarının soyu Selanik'e dayanıyor. Peki Selanik'ten kimler İstanbul'a göç etmişti? "Dönme"ler nam-ı diğer Sabetayistler… "
Yani hükümetle TSK arasında gerilim kaynağı olan Bekir Kalyoncu'nun ailesi Selanik'ten geldiği için dönmeymiş ve bu nedenle komutan olamazmış. Haber 7'deki yazı hükümetin sıcak bakmadığı Bekir Kalyoncu'nun komutan seçilemeceğini önceden haber veriyor. Tabi bu duruma kılıfı da hazırlıyor.
Elbette Haber 7 Atatürk'ün de Selanik'ten geldiğini korktuğu için söyleyemiyor.
Üstelik bu ilk değil, hatırlayın Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı arefesinde Utah merkezli bir yapı, kamuoyuna Büyükanıt'ın sabetayist olduğunu servis etmiş, soyağacını bile çarpıtarak paylaşmıştı.
Neyse meseleyi bilmeyen İslamcılar'a Soner Yalçın'ın Efendi 2 kitabını öneriyoruz.
"Haber 7'nin o metni şöyle:
    TSK'nın önümüzdeki yıllarda komuta kademesinin de belirlendiği YAŞ Toplantısı'nda Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Jandarma Genel Komutanı Org. Bekir Kalyoncu'nun ailesiyle ilgili olarak şaşırtan bilgiler ortaya çıktı.
2011 Yüksek Askeri Şura toplantısının ardından Jandarma Genel Komutanı olarak atanan Orgeneral Bekir Kalyoncu 1950 yılında Sarıyer'de doğduğu biliniyor. 1924 yılındaki mübadeleden sonra İstanbul'un yerlisi olmadığına göre Org. Kalyoncu'nun soyu nereye dayanıyordu?
SELANİK GÖÇMENİ BİR ORGENERAL
Selanik göçmeni olduğu iddia edilen Org. Kalyoncu'nun ailesinin 1924 mübadelesinin ardından İstanbul'a geldiği belirtiliyor. Yani bir başka deyişle, Kalyoncu'nun akrabalarının soyu Selanik'e dayanıyor. Peki Selanik'ten kimler İstanbul'a göç etmişti? "Dönme"ler nam-ı diğer Sabetayistler…
Org. Kalyoncu ile ilgili olarak bu iddiaları güçlendirecek kanıtlar var mı? İsterseniz lafı çok uzatmadan, size birkaç bilgi verelim.
İstanbul'un Üsküdar ilçesinde Bülbüldere - Bağlarbaşı yolu ile Selanikliler Sokağı'nın arasındaki geniş alanı kaplayan meşhur Bülbüldere Mezarlığı vardır. Bülbüldere, Feyziye Camii'nin hemen yanından başlayarak kademeli bir şekilde Selamsız Tepesi'ne kadar uzanır. Mezarlığın Selanikliler Sokağı'na ve Kuşakçı Sokağı'na açılan kapıları vardır. Bülbüldere-Bağlarbaşı yolu ile Selanikliler Sokağı arasında uzanan bu mezarlık, iki kısımdan oluşmaktadır. Bülbüldere-Bağlarbaşı yolu tarafı ve Bülbüldere kenarı Selaniklilere, Selanikliler Sokağı tarafı ise Üsküdar ahalisine aittir.
SABETAYİSTLERİN MEZARLIĞI: BÜLBÜLDERESİ 
Bu bilgileri neden mi anlatıyoruz? Çünkü Bülbüldere'ye sadece Sabetayistler gömülmektedir. Buradaki ailelerin soyu Sabetay Sevi ve 26 halifeye dayanır. Ve bu halifelerin bir çoğu da İspanya'dan sürgün gelen Hahamlardır.
ORG. KALYONCU'NUN AKRABALARI DA BU MEZARLIKTA
İşte Orgeneral Bekir Kalyoncu'nun akrabaları da Bülbüldere Mezarlığı'nda Sabetayistlerin Karakaş koluna mensup olanların gömüldüğü iddia edilmektedir. Bir diğer iddiaya göre ise buraya gömülenlerin hepsi "Dönme"dir.
İşte bu bölümdeki birkaç mezar ve özellikleri:
 
Osman ismi Karakaş kolunu kuran Baruchy Russo adındaki bir "Dönme"ye aittir. Bu yüzden Karakaş Sabetayistleri doğan ilk erkek çocuklarının adını Osman koyarlar.
 
Bekir Kalyoncu'nun dedesinin de asker kökenli olduğunu ölümünden sonra verilen şu ilandan anlıyoruz.
 
Kalyoncu ailesinin "Karakaş Dönmesi" olan Sirman ailesinin akrabası olduğu iddia edilirken Sirman ailesinden de tanıdık bir isim karşımıza çıkıyor: Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde Profesör olan Nükhet Sirman…
 
Peki nereden çıktı Nükhet Sirman ismi?
1992 yılında Fransa'da yayına giren ve Türkiye'de ki bazı Aabetaycı ailelerle yapılan özel konuşmaları kapsayan (Sazanikos) "Son Dönmeler" isimli bir film yer alıyor. Bu film Fransa'da satışa çıkarılmış ancak Türkiye'de yayınlanmamıştır. Bunun nedeni ise belgesele konu olan Sabetaycı aileler belgeselin "Türkiye'de yayınlanmaması" şartını koşarak belgeselde özel konuşmalar yapmışlardır. Türkiye'de bu filmin gösterilmesine bizzat yapımcılar da izin vermemiştir. Çünkü Türkiye'nin çok tanınmış aileleri bu filmde konuşmalar yapıyor. Kendilerinin Yahudi olduklarını, zorla Müslüman yapıldıklarını belirten aileler, film boyunca Türk milletiyle aralarındaki temel farkları anlatıyor.
İşte bu filmde dikkat çeken bir isim olan Prof. Dr. Nükhet Sirman şunları söylüyor:
"Biz farklıydık. Müslüman değildik, yani hakiki Müslüman değildik. Diğerlerine benzemiyorduk. Bu bilgi de zulme uğramasak bile eşit bir şekilde de muamele görmeyeceğimiz anlamına geliyordu."
Belgeselde Prof.Dr. Nükhet Sirman 42:36 dakikada konuşuyor ve "Dönme" geçmişini anlatıyor.Görüldüğü üzere Prof.Dr.Sirman, akrabalarının "Yahudi" olduklarını itiraf ediyor."


Odatv.com