Saturday, June 29, 2013

MİT Müsteşarı Hakan Fidan'dan İlke Defa Bir Gazeteye Röportaj: "Sosyal medyayı takip etmiyoruz"

Son yıllarda toplumda yaygınlaşan ve paranoya haline gelen "Takip ediliyor muyum?" endişesi, sosyal medyadaki paylaşımlarla gerçeklik gibi algılanmaya başlandı. Vatandaş bizzat devlet eliyle takip edildiğini, izlendiğini düşünürken, takibin adresi olarak da akıllara MİT geliyor. Gezi olaylarından sonra fişleme iddialarıyla da gündemde olan MİT'e, toplumdaki yaygın şüpheleri ve merak edilen tüm soruları yönelttik. MİT Daire Başkanlığı da bir ilki gerçekleştirdi ve bir gazeteye röportaj verdi. Sorularımızı da açıklıkla yanıtladı. İşte bu ilk kez gerçekleşen röportajda, MİT'in verdiği çarpıcı yanıtlar:

MİT son yıllarda sürekli gündemde, son dönemde de vatandaşları fişlediği iddialarıyla gündeme geldi. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Son bir kaç yıldır ulusal ve uluslararası alanda bir çok başarılı istihbarat çalışması gerçekleştiren MİT, bu durumdan rahatsız olan çevrelerin hedefi haline geldi ve gerçekdışı iddialarla Teşkilat hakkında olumsuz algı yaratma çalışması hız kazandı. Dünyada ilk defa bir devlet (Habertürk MİT kaynaklarından bu devletin İsrail olduğu bilgisine ulaştı) başka bir devletin istihbarat yönetimine tepki gösterdi ve açıkça kendi çıkarları için Hakan Fidan'ın MİT'in başına gelmesini istemedi ve resmi açıklamayla bunu beyan etti. Bahsekonu açıklama sonrası MİT'e yönelik Türkiye içinden haksız yayınlar ve saldırılar peşpeşe yapılmaya başlandı, 30 yıllık Kürt sorununun nihayete erdirilmesi amacıyla verilen görev çerçevesinde gizli yapılan görüşmeler yanlı bir şekilde basına sızdırıldı, Hakan Fidan gözaltına alınmaya çalışıldı, terörist sanılarak TSK tarafından bombalanan sınır kaçakçılarının ölümünden sorumlu tutulmaya gayret edildi, Akdeniz'de uluslararası sularda eğitim amacıyla görev yapan ve Suriye tarafından düşürülen uçağımız, Gaziantep'te ve Reyhanlı'da teröristler tarafından patlatılan bombalar ve ölen Türk vatandaşları MİT'e saldırıda bulunmak için kullanıldı. MİT'e kamuoyu önünde tartışmalı bir kurum imajı vermek ve yıpratmak mantığı üzerine kurulu bir psikolojik harekat yürütüldü, bir çok gizli belge ortalığa saçıldı. MİT'in özel hayatı fişlediği yönündeki gerçek dışı iddialarla, MİT'e yönelik saldırılar devam ediyor.

MİT'in kişisel verileri istediği zaman elde edebildiği ve fişleme için kullandığı algısı doğru mu?
İstihbaratın üretilebilmesi için sadece bilgi ve belgenin toplanması yeterli değil, bilgilerin sağlıklı şekilde ve belli bir sistem dahilinde işlenmesi gerekir. MİT, 11 Haziran 2013'te yaptığı basın açıklaması ile 'Teşkilatı kendi halkına fişleme gibi çağdışı bir uygulama faaliyetinin içinde göstermenin; gerçek dışı olduğu kadar, haksız ve mesnetsiz' olduğunu açıkladı. MİT kendisine kanunlar çerçevesinde verilen yetki ve sorumlulukla hareket eder. Diğer taraftan mantık açısından da bakıldığında, ülke güvenliğine yönelik bir risk taşımayan milyarlarca veriyi incelemek, depolamak ve analiz etmek, hesaplanamayacak derecede fazla personel ve maddi imkan gerektirir ki bunun gerçekleşme olasılığı yoktur. MİT'in bu şekilde verileri depolayacak ve bunu inceleyecek ne yeterli sayıda personeli, ne imkanı ne de zamanı mevcut. İç istihbarat açısından MİT'den sayısal olarak çok daha fazla imkana sahip diğer güvenlik kurumları da kamu ve özel sektörün kişisel verilerini, faaliyet konuları kapsamında kullanma imkanına sahip.

MİT İstihbarat ağını nasıl oluşturuyor ?
İstihbarat toplamanın dünyada geçerli iki yöntemi var. MİT istihbarat toplarken bu iki yöntemi kullanır, birincisi insana dayalı istihbarat, ikincisi sinyale dayalı istihbarat. İnsana dayalı istihbarat, dünyadaki bütün istihbarat örgütlerinin sürekli olarak üzerinde durduğu ancak çok başarılı olmadıkları bir istihbarat şekli. Çok emek, çaba, maddi külfet ve risk getirir. Özetle hedef terör örgütlerinin içine sızmak olarak açıklanır. Sinyale dayalı istihbarat ise iletişimin kontrolünü içerir, hedef örgütlerin iletişim ağı tespit edilmeye ve aralarındaki iletişimin kontorlü amaçlanır. MİT İstihbarat ağını çoğunlukla insana dayalı olarak oluşturur, 'Sinyal'i ise destekleyici bir faktör olarak kullanır.

MİT'in istihbarat ve güvenlik amaçlı elde ettiği kişisel verilerin sınırı nedir?
MİT kendisine kanunlarla tanınan yetki çerçevesinde ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen kişilere yönelik veri toplar ve bunları ilgili kurumlarla paylaşır. Kişisel verilerin internet üzerinde açıkça dolaştığı bir dönemde, pazarlama kriterleri oluşturmak amacıyla uluslararası şirketler kişisel verileri toplamakta, değerlendirmekte ve üretimlerini bu yönde arttırmakta veya azaltmakta. Bunlar kamuoyunda gündeme gelmezken, devletin istihbarat kuruluşunun bu verilere ihtiyaç duyması halinde ulaşması eleştirilebilmekte. Engellenemeyen ve ölümlerle sonuçlanan bir terör saldırısı sonrası kamuoyunun ilk sorduğu soru 'saldırının neden engellenemediği'dir.

Sosyal medya, e-mail veya internet üzerinden her vatandaşın takibi gibi ileri teknoloji bir sistem MİT'de var mı ?
MİT'in her vatandaşı takip etmek ve kontrol etmek gibi bir görevi bulunmamakta, sadece ülke güvenliğine tehdit oluşturan hedeflere yönelik çalışma yapmakta. MİT'in her vatandaşı takip etmesi istihbarat dünyası için gereksiz bir uğraşı olarak görülebilir. Diğer taraftan sosyal medyanın gelişmesinde ön planda olan Facebook ve Twitter gibi internet iletişim sistemlerinin Server'ları ve teknik alt yapıları Türkiye dışında bulunmakta. Hedef şahıslara yönelik MİT'in yapacağı tüm teknik çalışmalar ancak mahkeme kararı alınarak gerçekleşmekte.

Her vatandaşın kişisel verileri toplanarak, takip edildiği bir sistemin var olması ya da işletilmesi mümkün müdür ?
Uzun yıllardır Dünya'da sosyo ekomomik, dinsel, etnik, mezhepsel ayrışmaların fay hatlarında biriken enerji çeşitli noktalarda kırılma yapmakta sonuçları önceden kestirilemeyen sosyal ve siyasi depremler yaratmakta. Bu kaçınılmaz sonuçlar çerçevesinde her vatandaşın kişisel verilerini toplamak ve analiz etmek, mümkün değildir. Böyle bir sistem kurulsa bile bir işe yaramayacaktır. MİT, hızla gelişen Türkiye'de kendisine verilen görevleri yerine getirirken öncelik olarak halkın güvenliğini ön planda tutan bir kurum kültürüne sahip.

Friday, June 28, 2013

Yiğit Bulut neden çok korktu? : 2007 Park Fora Toplantısı ve Yalçın Küçük

Yiğit Bulut neden çok korktu? : 2007 Park Fora Toplantısı ve Yalçın Küçük



…Yiğit Bulut bir dönem Yalçın Küçük’ün çalışmalarına yardımcı oluyordu.
Bulut’un kendisinin işlerini gördüğünü, görüşmelerini yaptığını söyleyen Yalçın Küçük, Park Fora’daki yemeği de Yiğit Bulut’un organize ettiğini söyledi…
Yalçın Küçük, Aydın Doğan’ın akrabası olan Bulut’un, Doğan’ın konuşmalarını kendisine anlattığını söyledi.
Park Fora’da yapılan yemekli toplantının ortaya çıkması sonrası Yiğit Bulut’un kendisinin de gözaltına alınacağını düşünerek çok korktuğunu, 3-4 gün teknesinde kaldığını hatta yurtdışına çıkmayı düşündüğünü söyledi.
Küçük’ün anlattığına göre Yiğit Bulut hapisten kurtuluşu “bambaşka bir Yiğit Bulut” olmakta buldu.
Kısa sürede fikir değiştiren Yiğit Bulut, herkesi şaşırtacak derecede hükümet destekçisi oldu.

Faşizmin "ileri" günlerindeyiz...
Direnenlere selam olsun!


Kemal Şimşek
28 Haziran 2013
  



Ergenekon Davasında Erdoğan'ın Sarası da Konuşuldu

Barış Terkoğlu
Odatv.com - 17.02.2010 12:00

Yalçın Küçük’ün İkinci Ergenekon Davası’nın 39. oturumunda söz alarak yaptığı konuşmanın ayrıntılarını Odatv’de yayınladık.
Küçük’ün 2002 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e karşı darbe yapıldığını iddia etmesi ve buna karşı deliller göstermesi çok tartışıldı.
Küçük konuşmasında, Ecevit’in hastalığına dair şüpheleri de mahkeme salonunda dile getirdi.
Bu konuşma üzerine mahkeme, Başkent Üniversitesi Hastanesi’nden Ecevit’in hastane kayıtlarını istemişti.
Park Fora’da ne konuşuldu
Ancak Yalçın Küçük’ün ses getiren açıklamaları bununla da bitmedi.
Küçük konuşmasında Ergenekon İddianamesi’ne giren bir yemekli toplantıyı anlattı.
Temmuz 2007 seçimleri öncesinde Park Fora’da dönemin DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve yardımcısı Timur Gürgan, o dönem Hürriyet Gazetesi Ankara temsilcisi olan şu anda genel yayın yönetmenliği görevini yürüten Enis Berberoğlu, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, gazeteci Yiğit Bulut ile bir araya geldiklerini söyledi.
İddianameye 14 Şubat 2007 tarihi ile giren bu yemek ile ilgili mahkeme heyetine şu soruyu sordu:
Madem teknik takip yapılıyor, bu yemekte konuşulanlar neden iddianameye girmedi, ben bu konuşulanları da istiyorum” dedi.
Küçük’ün sorusu sessizliğe neden oldu.
Yalçın Küçük bundan sonra yemekle ilgili ayrıntıları verdi.
Yiğit Bulut işlerimi görüyordu
Küçük, önce Yiğit Bulut ile ilgili önemli bir bilgi verdi.
Anlattığına göre Yiğit Bulut bir dönem Yalçın Küçük’ün çalışmalarına yardımcı oluyordu.
Bulut’un kendisinin işlerini gördüğünü, görüşmelerini yaptığını söyleyen Yalçın Küçük, Park Fora’daki yemeği de Yiğit Bulut’un organize ettiğini söyledi.
Yemekte konuşulanlar
İşte Yalçın Küçük o andan sonra herkesin merakla beklediği konuşmaları anlattı.
Yemekteki konuları beş maddede özetledi:
1. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın epilepsi (sara) hastalığı, hastalığın hangi düzeyde olduğu ve görevini yapmasını nasıl etkilediği
2. Erdoğan’ın oğlunun askerliğe gitmemesinin bu hastalık ile ilgisi
3. Başbakan Erdoğan’ın yedek subaylık yapıp yapmadığı
4. Üniversite diplomasının olup olmadığı
5. Seçime giderken Musul meselesinin geleceği. (Küçük konuşmasında, yemeğin gerçekleştiği dönemde Mehmet Ağar ile Musul meselesi konusunda paralel düşüncelere sahip olduklarını da ekledi)
Herkesin şaşkınlıkla dinlediği açıklamada Yalçın Küçük, bu yemekte konuşulan konuların Erdoğan’ı rahatsız edeceği gerekçesi ile iddianameye konmadığını söyledi. Konuşmasında sara hastası olmanın ayıp olmadığını ancak buna rağmen basının önemli büyük bölümünün bu hastalığı sakladığını hatta saklamak için çaba sarfettiğini iddia etti. Hastalığı bilen gazetelerin buna rağmen “fıtık” yazdığını anlattı.
Yalçın Küçük, Ecevit’in hastalığı döneminde Ecevit’in görevi bırakması için kampanya yapan basınının Erdoğan söz konusu olunca uyguladıkları sansürü eleştirdi.
Yalçın Küçük konuşma sırasında mahkeme heyetine yine bir gazete haberi sundu.
Küçük, 6 Şubat tarihinde Milliyet Gazetesi’nin Ankara ekinde “Caligula ve Tekel işçileri” üzerine yazılan yazıyı gösterdi.
Haberde Erdoğan’ın Roma İmparatoru Caligula’ya benzetildiğini, kendisinin Erdoğan’ı Caligula’ya benzettiği “Caligula-Saralı Cumhur” kitabı ile gazete haberi arasında benzerlik olduğunu söyledi.
Her iki lider de biliyor
Küçük, Yiğit Bulut’un hem Devlet Bahçeli’ye hem de Deniz Baykal’a bu hastalığı anlattığını, her iki liderin de hastalığı bildiğini söyledi.
Bahçeli ve Baykal’ın başbakana sık sık yaptıkları “hasta” imasını örnek gösteren Küçük, liderlerin hastalığın adını söylemediğini ifade etti.
Yalçın Küçük, Başbakan Erdoğan’ı konuşmasında bir konuda takdir de etti.
Küçük, Erdoğan’ın iddialara rağmen bir kez bile “epilepsi değilim” ya da “üniversite diplomam var” açıklamasında bulunmadığını, bu konuda dürüst davrandığını söyledi.
Yiğit Bulut çok korktu
Küçük, bunun dışında medya dünyasında herkesin dikkatini çeken Yiğit Bulut’un dönüşüm hikayesini anlattı.
Bulut ile o günlerde çok yakın olduklarını ifade eden Yalçın Küçük, Aydın Doğan’ın akrabası olan Bulut’un, Doğan’ın konuşmalarını kendisine anlattığını söyledi.
Park Fora’da yapılan yemekli toplantının ortaya çıkması sonrası Yiğit Bulut’un kendisinin de gözaltına alınacağını düşünerek çok korktuğunu, 3-4 gün teknesinde kaldığını hatta yurtdışına çıkmayı düşündüğünü söyledi.
Küçük’ün anlattığına göre Yiğit Bulut hapisten kurtuluşu “bambaşka bir Yiğit Bulut” olmakta buldu.
Kısa sürede fikir değiştiren Yiğit Bulut, herkesi şaşırtacak derecede hükümet destekçisi oldu.
İlk iş olarak da Yalçın Küçük’e ve onun tezlerine saldırdı.

Wednesday, June 26, 2013

(Kandil'de) "Ay Işığı" da var ve/veya Atatürk Türkiye'si "Matematiksiz" yaşayabilir mi?!



(Kandil’de) “Ay Işığı” da var ve/veya Atatürk Türkiye’si “Matematiksiz” yaşayabilir mi?!

“Asıl önemli olan mesele, düşman tarafın niyet ve hareketlerini keşfedebilmektir.”
Mustafa Kemal
http://www.odatv.com/n.php?n=bu-rezaleti-dunyanin-hicbir-yerinde-gormedim-2606131200
http://www.odatv.com/n.php?n=israilden-komplo-teorilerine-kapi-acacak-cikis-2606131200
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/06/vatikan-israille-diyalog-kuranlar-neden.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/06/ankann-uyans-veveya-fetullah-gulenden.html
http://www.odatv.com/n.php?n=capulcu-deme-2406131200
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/06/torn-country-veveya-bolunuk-yrtk-ulke.html



Durum Analiz?!
2013, Final süreci?!
Gordion Düğümü?!
Derin Fırıldak?!
Batı medyasında Erdoğan ile Esad yer değiştirdi!
Erdoğan “diktatör”, Gülen hizmet adamı!
Gül, Erdoğan’In safında!
Gülen, Gökçek; Barzani ile uzlaştı, “Yeni Anayasa” üzerinden, Gül, Erdoğan’ın eli ile “Laik, üniter devlet”i tasfiye etmek istiyor?!
Acem açılımı?!
Siyasal kürt hareketi de ısparmaça!?
Karayılan, Öcalan’ı tasfiye etmeye çalışıyor!
PKK’da bir’leme operasyonu!
Barzanistan!?
CHP’de, Atatürkçü, F’ Topaç ayrımı!
AKP, PKK ile çözüm süreci yürütürken, ABD; Suriye’ye, Türkiye üzerinden insan, silah, “özel kuvvet” ve/veya para karşılığında hizmet veren “İngiliz SAT komandosu” katkısında bulunuyor!
Demem o ki:
Taksim Gezi Parkı üzerinden Erdoğan’ın ip’i ağaca asıldı!
Acem vadesi doldu!?
AKP’nin mecburiyetleri üzerinden “İran’la savaş” hatırlatması yapılıyor!!
Demem şu ki:
Gülen & Barzani Demokrasi Hareketi üzerinden Erdoğan’ın ip’ini çekecek öfkeli ulusalcı aranıyor!
Ne adına?!
Hazinesi boşalmış Türkiye’yi aks asker ve/veya taşeron ordu yapmak adına!
Sözün özü:
Erdoğan’ın ipi çekilecek ise Erbakan’da olduğu gibi o ip’ini çekmek, Fetullah Gülen gibi Vatikan & Kudüs ekseninde “diyalog” yapan’lara yakışır!
Hoca’zade’nin bebelerinden 28 Şabat operasyonu!
Netice:
Su’yun özenle bulandırıldığı bir konjonktürde, sadece ter akıtmak yetmez, neyi neden yaptığını da her daim bilmek şarttır.
Ezcümle:
“Arkadaşlar, bir ülkede namus sahipleri, en az şer ehli kadar cesur olmadıkça, o memleket mutlaka batar!”
“Arkadaşlar, şartlar tamam olduğunda ihtilal, milletler için meşru bir haktır. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam!”
http://tr.wikisource.org/wiki/Cemal_G%C3%BCrsel%27den_Ethem_Menderes%27e_mektup
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/kaht-rical-veveya-haki-alakart-13-ocak.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/06/savas-sanat-veveya-13-numaral-matador.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/07/durum-analiz-veveya-altnlar-nerede.html
Nokta.



Kitabın adı: BATIŞ YILLARI
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Pozitif Yayınları
Hürriyet, Kasım 2012
224 sayfa
(…)
Sayfa 42:
Liberal İngiliz kabinesi, partinin sol kanadını düşürerek Boğazlar üzerindeki Rus istekleri yüzünden genç Türkleri gücendirmekten çekinmektedir.
İswolsky Alman Başbakanı’na demiştir ki:
“İngilizler Türk’ten fazla Türk olmuştur!”
İster istemez o da boynunu eğer.
(…)
Sayfa 110:
Bir de Cemal Paşa’nın hatıraları var. Cemal Paşa öncesinden beri ihtilalciler arasındadır. Enver ve Talat’la beraber kabinenin üçüncüsüdür. Anlattığına göre bir gün otomobiline binerken bakar ki, Enver’le Talat, Boğaz’dan gelmektedir. Olsa olsa sadrazamla bir şey konuşmuş olacaklar. Kendisinden gizlenen şey nedir? Merak edip Enver’den sorar. Şöyle bir cevap verir:
Saklanan şey Almanya ile ittifak meselesidir. Kendisinden saklanan adam da Bahriyeli Nazırı!
Devlet Almanya ile ittifak yapacaktır. Ötekileri bırakınız, bahriye nazırının haberi yok! Devletin satın aldığı harp gemisi Rus limanlarını topa tutarak harbi bir olupbitti kılmıştır. Sadrazam da, dahiliye nazırının da bahriye nazırının da, sözü doğru ise harbiye nazırının da haberi yok.



Kitabın adı: KURTULUŞ
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=89530
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
203 sayfa
(…)
Sayfa 7:
ÖNSÖZ
Moda, 20 Şubat
Evet on sekizinci yüzyılın sonlarından beri kurtuluş yollarını arıyoruz. Altı ihtilal yaptık. Doğru “teşhis” koyan ve doğru ‘tedavi’ yolu gösteren yalnız Atatürk devrimciliği olmuştur.
Kurtuluş onun gösterdiği bu yolda Türkiye Türklüğünü Batı medeniyet toplumları arasına katmaktır. Ne sağa ne sola sormaksızın onun yolunda yürümektir. Bu kitapta topladığım yazı ve fıkralarda Kurtuluş Savaşı’na kendi anlayış ve görüşlerimle devam ediyorum.
Falih Rıfkı Atay
(…)
Sayfa 9:
Üçüncü Selim, Fransız İhtilali yılında tahta çıkmıştır.
(…)
Sayfa 14:
Altı ihtilal bizi kurtarmaya yetmedi. Bu ramazanda gördüm ki, eğer siyasi parti aydınları medeniyetçi ve kültürcü prensiplerde birleşmezlerse, yeni bir kurtuluş savaşı devrine gireceğiz.
Altı ihtilal… Acaba Hızır’ın hikayesini bilir misiniz? Bilenler bilmeyenlere anlatsın, demekten başka çarem yok!
(…)
Sayfa 17:
Hitler, ellinci yıldönümü için Türkiye’den Berlin’e gittiğimizde bize demişti ki:
“Atatürk her türlü vasıtaları elinden alındığı zaman da bir milletin kendini kurtarma vasıtalarını yaratabileceğini bize öğretmiştir.
(…)
Sayfa 98:
“Emval-i metruke” (Sahipleri Kaybolmuş Mallar).
(…)
Sayfa 135:
“Dikkat ediniz” demişler, şimdi görülmedik bir şey göreceksiniz. Polis, reise selam verecek. Halbuki bilirsiniz belki, İngiliz Polisi, Kraliçe’ye bile selam vermez!
(…)
Sayfa 161:
Eğer Atatürk yaşasaydı, bugünün olayları ve gerçekleri karşısında ne düşünürdü, diye sormak ve böyle bir soruya cevap arayıp vermek saçma bir şeydir. Bu bir falcılıktan ibaret. Zati Atatürk 1965 yılına kadar yaşasaydı, 1965 Türkiyesi’nin ne olacağını kestirmek de imkansızdır. Bizler ki, onun yaptıklarını bile tutamadık, bozduk.
(…)
Sayfa 162:
Nitekim, 1919’dan 1923’ü gören yalnız o olmuştu. Kendisine bir hayal arkadaşı bile bulamamıştı.



Kitabın adı: MUSTAFA KEMAL’İN MÜTAREKE DEFTERİ
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=442557
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
136 sayfa
(…)
Sayfa 15:
Tebşirci: Müjde
(…)
Sayfa 23:
Son hayal: “Büyük Millet Meclisi önünde kara örtülü bir katafalk!”
(…)
Sayfa 31:
Mustafa Kemal’in esir düştüğü havadisi yayıldığı akşam
(…)
Sayfa 73:
Mesela “Akl-ı selim” ve “sağduyu” karşılığını o zaman ben teklif etmiştim. Tepkileri, eğer “suikast” gibi tek kelimeleşmiş değilseler, tasfiye ediyorduk.



Kitabın adı: ATATÜRK NE İDİ?
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=466978
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
176 sayfa
(…)
Sayfa 128:
25 Ağustos notu: Çadırlı ordugahtayız. Kocatepe’nin eteklerinde…
(…)
Sayfa 159:
Kaldı ki, nusrat ve adem-i nusrat (yenmek yenilmek) Allah’ın iradesine bağlıdır.



Kitabın adı: ATEŞ VE GÜNEŞ
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=130941
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
150 sayfa
(…)
Sayfa 10:
Çöl coğrafyasının bize öğrettiği sıradan topraklardan ne kadar başkaysa, çöl savaşı, çöldeki ölüm, çölün kahramanlığı ve tahammülü bile o kadar özeldir. Dümdüz bir kum üzerinde bir ordu kendini, hareketlerini, gücü ile araçlarını düşmandan çok zor gizleyebilir. Bazen de hiç gizleyemez. Çölde siper savaşlarının bütün silahları var, fakat bütün kolaylıkları yoktur. Çölde insan susar fakat su bulunmaz. Orada bir günlük güneş, bizim bütün bir yaz süren güneşimizden daha kızgındır. Bütün bir mevsim yol alsanız, gece basmadıkça gölge, Allah göndermedikçe yiyecek bulamazsınız. Çoğu hurma ağaçlarının gölgesi, kendi gövdesinin yarısını bile örtmez. Bedevilerin birçoğu yolcu atlarının gübrelerinden ayırdıkları arpa taneleri ile yaşarlar. Akşam bütün gönüllere Anadolu çeşmeleri ile köy söğütlerinin hüznü çöker. Neo o yol bu ayaklar için, ne o hava bu göğüsler için, ne de o cesaret bu cesurlar içindir. Ayak üstünde göğüs göğüse çarpışan eski cengaverlerin resimlerine baktıkça şu askerler şimdiki kahramanlardan kaç kere daha kahraman derdim. Boş çöllerde yanık yüzlü köy erkeklerine bakarken bu soruyu bin kere sordum. Çöllerde o kadar güç yürünüyor ve o kadar rastgele şeyler yaşanıyor ki, ölümle düşman bu zahmet yanında hiç kalır.
(…)
Sayfa 15:
Artık savaşlar iki ordunun birbiri ile çarpışmasından ibaret değildir. İki memleket, iki tek parça alem gibi birbiri üstüne yürür.
(…)
Sayfa 15:
Savaşları ordular ve milletler beraber yaptı.
(…)
Sayfa 36:
Ay ışığı da var.
(…)
Sayfa 53:
Çölde Hayat
(…)
Sayfa 55:
Yeni Çöl
(…)
Sayfa 87:
Bir arkadaşım:
“Harita ne kadar kalabalık ve burası ne kadar boş!” dedi.
(…)
Sayfa 134:
Yemen kahramanları ne yapıyor?



Kitabın adı: BABANIZ ATATÜRK
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=101161
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
150 sayfa
(…)
Sayfa 27:
Frenkler, İttihatçılar’a Jön Türk (Genç Türk) derlerdi.
(…)
Sayfa 83:
Mustafa Kemal: Asıl önemli olan mesele, düşman tarafın niyet ve hareketlerini keşfedebilmektir.
(…)
Sayfa 85:
Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile ıslanmadıkça bırakılamaz, demişti.
(…)
Sayfa 88:
Kurtarıcı
(…)
Sayfa 140:
Tehlike insandan kaçar, derdi.
(…)
Sayfa 149:
Amerika Cumhurbaşkanı Roosevelt demişti ki: “Benim üzüntüm iki türlüdür. Birincisi, böyle bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise bu büyük adamla tanışmak hususunda şiddetli arzumun yerine gelmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.”



Kitabın adı: Mustafa Kemal’in ağzından VAHDETTİN
http://www.hizlial.com/u13.024.3570.0003/mustafa-kemalin-agzindan-vahdettin-falih-rifki-atay
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları
Kasım 2012
130 sayfa
(…)
Sayfa 23:
Mustafa Kemal’in reddettiği Alman altın rüşvet’i!
(…)
Sayfa 23:
“Siz on altıncı kolordu kumandanlığını ve Anafartalar’ı yapmış olan Mustafa Kemal değil misiniz?”
Almanca sorulan bu suale Fransızca cevap verdim:
Evet, ekselans…
(…)
Sayfa 130:
Tekrar Bandırma Vapuru’na bindik. Aynı şekilde seyahat ederek, nihayet Samsun Limanı’na vardık.
Nokta.



Star Wars ve/veya Esad mı önce gidecek F’esad mı?!
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/06/ortalg-kim-karstryor-veveya-gulenin-1.html
http://www.odatv.com/n.php?n=cemaatin-bayrami-olsun-2506131200
http://www.izlebizle.net/killer-elite-film-izle.html
http://www.gazeteport.com.tr/haber/137933/istanbul-depreminin-eli-kulaginda
http://www.gazeteci.tv/baskan-u-donusu-yapti-172194h.htm
http://www.gazeteci.tv/o-kiz-konustu-172183h.htm
http://www.gazeteci.tv/burada-9-10-siddetinde-deprem-olur-168618h.htmhttp://www.internetajans.com/haber/yorumsuz-haberi-29487h.html
http://www.internetajans.com/haber/vergi-borcunda-yandasa-buyuk-kiyak-haberi-29496h.html
http://www.internetajans.com/haber/adem-yavuz-arslan-yogun-bakimda-haberi-29494h.html
http://www.gercekgundem.com/?p=552806
http://www.hurriyet.com.tr/planet/23581451.asp
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23583361.asp
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/06/25/davutoglundan-flas-ab-aciklamasi
http://www.odatv.com/n.php?n=pkknin-kurucusu-dugun-yapti-2506131200
http://www.zaman.com.tr/ekonomi_patronlar-kulubu-cozum-icin-cizrede_2104220.html
http://www.zaman.com.tr/gundem_ihalar-silvanda-saldiri-gunu-ucmadi_2104210.html
http://www.zaman.com.tr/huseyin-gulerce/ey-yakip-yikan-gencler_2104203.html
http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/06/26/aninda-hacizde-ilk-uygulama-karamehmete
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2013/06/26/bu-kadar-cehalet-ancak-tahsille-mumkun-olur
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2013/06/26/levent-kircadan-skandal-sozler
http://gundem.bugun.com.tr/manidar-ifade--haberi/693397
http://www.bugun.com.tr/geziden-parti-cikar-mi-yazisi-693262
http://haber.stargazete.com/spor/fenerbahce-ve-besiktasa-bir-darbe-daha/haber-765826
http://haber.stargazete.com/guncel/bir-gezi-parki-yalani-daha/haber-765837
http://haber.stargazete.com/politika/ocalan-surec-basarili-gidiyor/haber-765790
http://www.gazetevatanemek.com/index.php/analizler/item/7802-ayiptir-gunahtir-zulumdur.html
http://haber.gazetevatan.com/her-an-catisma-cikabilirdi/548813/9/siyaset
http://haber.gazetevatan.com/kurtler-gezi-direnisinin-neresinde/548742/4/yazarlar
http://ekonomi.milliyet.com.tr/spk-dan-lobiye-inceleme/ekonomi/detay/1727992/default.htm
http://ekonomi.milliyet.com.tr/altin-bu-sabah-sert-dustu/ekonomi/detay/1728032/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/berlusconi-ye-ilginc-destek/dunya/detay/1728048/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/rus-askerleri-suriye-yi-terk-etti/dunya/detay/1728042/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/jagland-dan-ab-destegi/dunya/detay/1727884/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/rasmussen-den-ankara-ya-uyari/dunya/detay/1727887/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/iran-abd-li-askerler-hatay-dan/dunya/detay/1727595/default.htm
http://dunya.milliyet.com.tr/-hedefimiz-yeni-fasillarin-bir-an/dunya/detay/1727889/default.htm
http://siyaset.milliyet.com.tr/pkk-nin-tahrik-edici-eylemleri/siyaset/ydetay/1727861/default.htm
http://www.hurriyet.com.tr/planet/23588443.asp
http://www.hurriyet.com.tr/planet/23586853.asp
http://www.hurriyet.com.tr/planet/23586775.asp
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/23589090.asp
http://www.odatv.com/n.php?n=meslegimin-ruhu-el-vermedi-2606131200
http://www.odatv.com/n.php?n=ismet-berkan-ikna-edemiyor-2606131200
http://www.gazetesport.com/haber/122804/sikeden-degil-yalan-beyandan
http://www.gazeteport.com.tr/haber/137973/ataturk-bulvarinda-bakan-krizi
http://www.thelira.com/haber/121425/spknin-bu-adimi-yabancilari-urkutur
http://www.turktime.com/haber/Melih-Gokcek-Garanti-Bankasi-na-Yuklendi-/229273
http://www.turktime.com/haber/Iran-in-Liderinden-Gezi-Yorumu-/229291
http://www.turktime.com/haber/Cin-de-Uygur-Ozerk-Bolgesi-Karisti-/229293
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23586616.asp
http://www.medyaradar.com/haber/ikilafinbeli-99929/medyada-su-anki-durum-pespayelik-yerlerdeyiz--surunuyoruz.html
http://medyaradar.com/haber/gundem-99946/lemandan-bomba-karikatur-rasim-ozan-kutahyaliyi-prezervatif-ile-vurdu.html
http://www.odatv.com/n.php?n=chpde-kritik-secim-2606131200
http://www.odatv.com/n.php?n=vahdettinden-abdte-mektup-2606131200



Kitabın adı: ATATÜRKÇÜLÜK NEDİR?
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=101130
Yazarı: Falih Rıfkı Atay
http://tr.wikipedia.org/wiki/Falih_R%C4%B1fk%C4%B1_Atay
Hürriyet
Pozitif Yayınları, 6. Baskı
229 sayfa
(…)
Sayfa 5:
ÖNSÖZ
Bir tarih fıkrasını tekrarlamanın zamanı geldi: İsa’nın ölümünden altmış yıl sonra, Sayda şehrinde birkaç Hristiyan: Herkes İsa’nın yolundan çıktı. Biz yaşayışta davranışta O’na uyalım, O’nu devam ettirelim, demişler. Kendileri de, topluluklarına girenler de, Hristiyanlığı bozmak suçu ile darağacında öldürülmüşler. Atatürkçülük de gitgide sağ ve sol fikir akımları arasında kendi gerçek kimliğinden uzaklaşmaktadır. Solda komünistin de, sağda Ayasofyacı’nın da silahı ve siperi O… Bugünkü gençliğe gerçek Atatürkçülüğü kavrayabildiğim kadar anlatmak için birkaç denemede bulunmak istedim.
(…)
Sayfa 8:
Geçmişin hikayelerinden anlıyoruz ki, Atatürk Osmanlı emperyalisti değildi.
(…)
Sayfa 12:
Osmanlı milliyetçiliği, hala bir din milliyetçiliği idi.
(…)
Sayfa 20:
31 Mart 1909 gericilik ayaklanması, sivil okula karşı olunmuştur. Medresenin kışkırttığı ve kılavuzluk ettiği askerler, İstanbul’da köşe bucak “mektepli zabit” aramakta idiler. Subay ağabeyimin nasıl saklandığı hâlâ hatırlıyorum. Mercan İdadisi kapısında iki arkadaşımla beni yakalayan iki askerle yanlarındaki softa, boyunlarımızdaki kravatları çekip, parçalamış, kitaplarımızın resimli sayfalarını yırtmışlardı.
(…)
Sayfa 21:
Bütün Müslümanlık dünyasının gerileme ve çökme sebebi “gavur” değil, “softa”dır.
(…)
Sayfa 21:
Atatürk devrimlerinin iki temel taşı, laisizm ve eğitim birliğidir.
(…)
Sayfa 22:
Laisizm sözünü, Meşruiyet devrinden beri gericiler bilerek kötü yorumlamışlardı. Ziya Gökalp laisizmi “lâ dini” diye Osmanlıca’ya çevirmişti. Lâ dini “dinle ilgisi olmamak” demekti. Gayr-ı dini, yani “dine aykırı olmak” demek değildi. O zamanlardan beri laisizmi dinsizlikle karıştırmak, gericiler ve gericiliğe dayanan politika simsarları için adet olmuştur.
(…)
Sayfa 24:
Atatürk medreseleri kapatarak eğitim birliğini kurduğu vakit, ilk yeraltı medresesi Çamlıcalı Süleyman adında bir gerici tarafından işletilmiştir ki; Atatürk’ün de, Atatürkçülük’ün de en büyük düşmanları Nurcular ve Süleymancılar denen bu takımdandır. Nurcular ve Süleymancılar’ın demokrasi medreselerinden yetişmiş olanlar arasında pek çok olduğunu aydın müftülerimizden duydum.
(…)
Sayfa 24:
Laisizme aykırı davranışların CHP’nin son yıllarında başladığı da bir gerçektir. Köy enstitüleri sistemi bozularak, devrim eğitiminin bütün halk çocuklarına benimsetilmesi davası, bazı CHP’li Milli Eğitim bakanlarınca aksatılmış; din bakımından hiç ama hiçbir manası olmayan Kur’an kursları şeriatçı okullara çevrildikten sonra Atatürkçülük’ün iki temel taşı; “laisizim” ve “eğitim birliği” köklerinden sarsılmıştır. Seçim yatırımları da, halk vicdanı sömürücülüğünü en yetkili yatırım olarak saydığı için, Türkiye bütün dünyada “gerileme” hükmünü giymiştir.  
https://groups.google.com/forum/#!topic/oybirligi/KOMefSDu590
http://ultra-turkler.blogspot.com/2011/05/kader-manifestosu-15-mays-2011.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2012/01/hangi-ataturk-veveya-kalpakl-ataturk.html
(…)
Sayfa 26:
Atatürk sonrasının, korkaklar ve cüceler elinde soysuzlaşmasına engel olamadık. Din, politikanın oyuncağı haline geldi.
(…)
Sayfa 36:
Niçin Dolmabahçe Sarayı’ndan kalkıp da, Park Oteli’ne giderek bir yolculuk hazırlığını yaptığımı merak etmediniz! Ben Park Oteli’nin casuslarla dolu olduğunu, her yaptığımın ve söylediğimin hemen yerine yetiştirileceğini bilirdim. Onun için Otel’e gitmiştim.
Yakınlarından bir dayanamadı; “Olur a Paşam! Eden araya girmeseydi, Fransa da dediğinden dönmeyebilirdi. O zaman ne yapacaktınız?” diye sordu.
Atatürk: “Ha! Dedi. Bakın size haber vereyim. Benim Türkiye’yi Fransa ile savaşa sokmaya hakkım yok. Eğer bu neticeyi almasaydım; hem devlet reisliğinden hem milletvekilliğinden çekilecektim. Hatay için hazırladığımız Kuvây-ı Milliye’nin başına geçecektim. Cumhuriyet hükümeti bana karşı asker yollayacaktı. Onlar da bana katılacaklardı.
(…)
Sayfa 38:
Orada bulunan Kazım Karabekir: “Kur’ân-ı azimüşşan Türkçe’ye çevrilemez, Paşa Hazretleri!..
Gazi Paşa: “Niçin çevrilemez efendim? Bu sözünüz Kur’ân’ın manası yoktur, demektir.”
Kazım Karabekir: “Hayır efendim ama mesela elif – lam – mim… ne diyeceğiz buna?
Gazi Paşa: “Ne demektir elif – lam – mim?
Karabekir: “Meçhul efendim…
Gazi Paşa. “Öyle ise karşısına bir sıfır koyar çevirmeye devam edersiniz.”
(…)
Sayfa 40:
Lâisizmin manasını iyi anlayalım: Dumlupınar zaferi vatan bütünlüğünü kurtarmıştır. Millet bütünlüğünü kurtaran eğitim birliği ve lâisizm devrimleridir. Eğitim birliği ve lâisizme en uzaktan bile dokunmak, millet hükmüne ihanet etmek demektir.
(…)
Sayfa 60:
CHP nedir? Laisizm ve eğitim birliğini devrimlerinin temeli yapan Atatürk’ün kurduğu parti! Tevekkelli bir gün bir belge üzerine:
“Partim…” sözünü yazınca, rahmetli Recep Peker; “Paşam! Niçin Cumhuriyet Halk Partisi yazmıyorsunuz?” diye sormuştu.
Atatürk; “Ne bileyim, sonuna kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nin benim partim olarak kalacağını?” demişti.
Ne kadar ileriyi görücü imiş. Yaşamaz efendim yaşamaz, eğitim ikiliği milleti ikiye böldükçe ve camiler taassup ve kara inanç adamlarına teslim edildikçe, demokrasi yaşamaz. Çünkü ilerletici olmaz, geriletici olur. Me’mun’un devrinden sonra Türkiye Türklüğü gibi, dünya Müslümanlığı’nı da kurtarmak için Atatürk geldi. Me’mun’un açtığı yolu tıkayan Mütevekkil’e, “Müslümanlığın Neron’u” derler. Bizim vicdan sömürücüsü her partiden politikacılar, çağımız atom çağı olduğuna göre, Neron’a nerede ise rahmet okutucu ‘azlem’lerdir. “Azlem” zalimin beteri demektir.
(…)
Sayfa 69:
Bir Avrupa yolculuğundan dönen Recep Peker, Atatürk’e tam bir faşist partisi tüzüğü taslağı vermişti. Atatürk; “Peker bunu İnönü’ye okutmadan vermiş olmalı. Beyler millete diktatörlük edecekler. Kimin adına ne hakla?” diye öfkelenerek bir yana attı.
(…)
Sayfa 70:
İngiliz tarihçisi Wells der ki; “Modern devletin bir niteliği eğitimciliktir. Bir topluma danışılma hakkı tanınmadan onu eğitmek gerektir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Bilmeyenin elinde oy pusulası yalnız faydasız değil, tehlikelidir de!”
Bilmeyenin İngiliz’i, Alman’ı, Türk’ü, Arab’ı olmaz.
(…)
Sayfa 75:
Mustafa Kemal’e göre kesin zafersiz hiçbir ortalama anlaşma ile tam bağımsızlık elde etmeye imkan yoktu.
(…)
Sayfa 76:
Kuvvet dengeleri üzerine dayanırdı. Hürriyet için bir millet ölüm kalım savaşı verir. Ama sonraki işlerini hesap kitapla yapardı. Mussolini ve Hitler, Atatürk gibi olamadıkları için kendilerini de milletlerini de uçuruma sürüklemişlerdir. Atatürk, Türkiye’yi Balkanlar ve Orta Doğu’da andlaşmalar disiplini içinde almıştır. Her andlaşma, bir devletin hareket serbestliğini ister istemez kısıcıdır. Bir hürriyetçi olduğu için, ferdi “silen” ekonomik ve sosyal dikta rejimlerine karşı idi. Hele Rusya rejimini, hiçbir zaman ne benimsemiş, ne de sevmiştir.
(…)
Sayfa 84:
Elektrikten korkan, telefondan ürken, denizaltıyı vehimden karada çürüten Abdülhamid. Onun da gerisinde bir deli. Reşad’dan sonra düşman zırhlısına sığınarak kaçan Vahideddin. Bir hanedan böylece ancak sönüp gider. Çanakkale Savaşı’nda İstanbul tehlikeye girince, padişah için Eskişehir’de bir konak hazırlanıyordu.
(…)
Sayfa 85:
Mustafa Kemal bir bilgin değildi. Bir felsefeci, bir maliyeci veya ekonomici değildi. Cumhuriyetçi ve devrimler çağını, bu memleketi ve milleti gerilikten kurtarıp bir Yeniçağ devleti ve toplumu yapmaktan alıkoyucu bütün engelleri yıkmak için yapmıştır.
(…)
Sayfa 91:
Büyük asker Mc Arthur’un Atatürk’e hayranlığının neye dayandığı da kendiliğinden anlaşılmaktadır. Onun yolunu partisi başta olmak üzere bizler bıraktık.
(…)
Sayfa 92:
Atatürk, 1935’de bir Amerikalı gazeteci kadının; “Eğer bir savaş olursa Amerika tarafsız kalabilir mi?” sorusuna da, “Hayır, imkanı yok” demiştir.
Türkiye’de komünizm tehlikesi olup olmadığına verdiği cevap; “Türkiye’de komünizm olmayacaktır. Çünkü Türk hükümetinin ilk amacı, halka hürriyet ve saadet vermek, askerlerimize olduğu kadar sivil halkımıza da iyi bakmaktır.”
(…)
Sayfa 95:
Niçin yazdım bu konuşmayı bilir misiniz? Ankara’da, Mao’nun Çin’de milyonları birbirilerine öldürten kitabının Türkçe’ye çevrildiğini ve gençliğe dağıtıldığını duyduğum için! Bizde, kendi partisinde bile her bakımdan büyük insanı bırakıp Mao’ya tapınmayı demokratik hak sayanlar bile var.
(…)
Sayfa 104:
Eski alfabede “sad, dad, tı, zı” harfleri vardır. Mesela “Zıya” “zı” ile değil de “dad” harfi ile yazılmakta idi. Bir yandan Rus, bir yandan Avusturya orduları vatan üstüne yürürken, medrese hocaları arasında bir kavga kopmuştur: “Dad” harfi da, dı, du mu; yoksa za, zı, zu sesi mi vermelidir? Ziya mı, Dıya mı okunmalıdır? Kahvelere kadar yayılan bir kavga ki bastırmak için elebaşı softaları sürmek lazım gelir.
(…)
Sayfa 112:
Sekiz asırlık Endülüs’ü, Afrika’dan akıp gelen gerici medrese taassubu yıkmıştır. Yedi asırlık Osmanlı İmparatorluğu’nu müsbet ilimleri kapıdan sokmayan onyedinci asır sonrası medreseleri yıkmıştı. O medreseler bile Nurcu ve Ticani türeten demokrasi medreselerinden çok ileri idi. Atatürk yalnız Türklüğü değil, Müslümanlığı da kurtarmak istemişti.
(…)
Sayfa 117:
Ama İngiliz’in yermesi bile “nükteli alay.” Nasıl ki, bizim tenkidimiz sövme. Yermemizi artık düşünün. Aşkımız “çimdik.”
(…)
Sayfa 146:
“L’URSS sans idole – Putsuz Rusya.”
(…)
Sayfa 170:
Atatürk, ölünceye kadar beni kendi gazetesinin başyazarı olarak tutmuştur. Bütün devrimler edebiyatı, benim ve Yakup Kadri gibi birkaç, evet birkaç arkadaşındır. Kemalizm deyimi de bizimdir.
(…)
Sayfa 171:
Nitekim 1950’ye doğru, CHP içinde devrimler tavizciliği baş gösterince Ulus başyazarlığından da kendiliğimden çekilmiştim.
(…)
Sayfa 176:
Bir kaos. Ara sıra bir avutma sesi de gelir. Eğer Kuvay-ı Milliye Mustafa Kemal’den vazgeçerse, İngiltere ağır barış şartlarını  hafifletecek. Rahmetli Rauf Orbay, ki Atatürk’le dargın ömüştür, son yıllarında eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi paşaları ile bir toplantısında:
“Şunu itiraf etmeliyiz, demişti; eğer hiçbirimiz olmasaydık, Atatürk yapılanı yine yapardı ama o olmasaydı hiçbirimiz yapamazdık.”
İngilizler de bunu sezmişlerdi.
(…)
Sayfa 104:
Mahmud kendisine der ki: Azizim biz üç seneden beri orduyu beslemiyoruz, teşkil ediyoruz. Bugün bu teşkilatlanmanın bitiş noktası uzaktır bile.”
11 Ağustos notu: İyimserliğin fazlası kötüdür. Kötümser olmak fena.
(…)
Sayfa 190:
Türklere Hıristiyanlardan farklı davranmasa bile, onun idaresi altında bir Türkiye’nin 1919 + 15 = 1934’teki durumunu göz önüne getirir misiniz?
Türkiye Türkleri’nin, bugünkü Bulgaristan veya Yunanistan yahut Yugoslavya Türk ve Müslümanlar’ından ne farkı kalacaktı?
(…)
Sayfa 191:
“Go home…”
(…)
Sayfa 194:
Sözde Türkçü, Köprülü Fuad, Dışişleri Bakanı iken, İstanbul’un alınışının beş yüzüncü yıldönümünü, Yunanlıları gücendirmemek üzere kutlamadı idi. Oysa biz İstanbul’u Yunanistan’dan değil, Bizans İmparatorluğu’ndan almıştık.
(…)
Sayfa 219:
Yazımı büyük bir Fransız dergisinin kapağını kaplayan bir sözle bitireyim:
“Matematiksiz yaşanmıyor artık!”
(…)
Sayfa 220:
Ve Francis Bacon’un şu sözü:
“İnsan bildiğinden ibarettir.”
(…)
Sayfa 224:
Türk müziğinin piyasada ne kadar soysuzlaştığını görüyor musunuz? Klasikten hiçbir şey kalmamıştır.
(…)
Sayfa 228:
Moltke’nin yazdığına göre, Sultan Mahmud devrinde İstanbul Ermenisi bile yaşayışça, davranışça Türk kadar Türk’tü.



Kitabın adı: Hangi Atatürk
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=72238
Yazarı: Attila İlhan
http://tr.wikipedia.org/wiki/Attil%C3%A2_%C4%B0lhan
Türkiye İş Bankası yayınları
1. Baskı, 1981
9. Baskı, Mayıs 2011
426 Sayfa
17 TL
(…)
Sayfa 9:
Hangi istiklal vardır ki, yabancıların nasihatlariyle yabancıların planlarıyla yükselebilsin?”
6 Mart 1922
Mustafa Kemal
(…)
Sayfa 231:
“Biz Türk’üz, tam manasıyla Türk’üz! İşte o kadar! Asya için ve Avrupa için bizim konumumuz aynıdır. Dostlara sahip bulunmak, tam bağımsızlığımızı korumak, her şeyi Türk cephesinden değerlendirmek! Bu gerçekçi görüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nu mahveden ideolojiye tepkidir.”
1921
Mustafa Kemal
(…)
Sayfa 325:
“(Fahrettin Altay) Paşa, biliyor musun ki ben Cumhurbaşkanlığı’nı bırakıp Hatay’a çete reisi olacağım!”
(…)
Sayfa 361:
Batı, ya Enver (Paşa) arar, ya da Damat Ferit!



Ve…
Son olarak…
Demem o ki:
AKP’nin İngiltere ile imzaladığı gizli bir anlaşma var mı?!
AKP’nin İsrail ile imzaladığı gizli / sır bir anlaşma var mı?!
AKP’nin Rusya ile imzaladığı gizli / sır bir anlaşma var mı?!
AKP’nin ABD’ye “İran’ı vurma” karşılığında, aldığı özel bir söz (Ergenekon) var mı?!
Demem şu ki:
Acem HAARP’i kapsamında adım adım Kıyamet!?
Sözün özü:
Ak Medya, Acem Melekleri’nin cinsiyetini tartışsa da, meleklerin cinsiyeti olmaz!
Bu kapsamda soruların en zalimi o en basit soru:
* Gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, kukla AKP’nin ipleri kim ya da kimlerin elinde!?
2013 TBMM’sinin Enver, Cemal, Talat İttihat Terakkisi’nden ne farkı var?!
* I. Dünya Savaşı’nda, II. Dünya Savaşı’nda, Soğuk Savaş’ta, Irak & İran Savaşı’nda ölenler, öldürtenler orta yerde dururken ve/veya I. ve II. Körfez Harekatları’nın failleri orta yerde dururken, BOP cinayetleri ya da Irak, Afganistan, Lübnan’da akan, akıtılan kan’ın failleri aramızda dolaşırken, ey F’takkeli okur, nedir bu Cumhuriyet’le hesaplaşma tutkunuzun esbab-ı mucibesi?!
http://www.guncelmeydan.com/pano/batis-yillari-ve-veya-acem-ak-melekleri-nin-cinsiyeti-hayrullah-mahmud-ozgur-t33380.html
Elcevap: ?!
Netice:
“Sözde değil özde laik bir cumhurbaşkanı!”
Ayrıştıracak değil, parçalanma noktasına gelmiş Türkiye’yi biraraya toplayacak “1 Numara”ya ihtiyaç var!
Aynı zamanda Neo 1940 şartlarında Türkiye’yi ‘enerji bazlı savaş’ın dışında tutacak “milli” bir Neo İsmet Paşa Çankaya’sına ihtiyaç var!
‘Çağın ruhu’na göre Çankaya’yı yönetecek milli bir ‘Hakem’e ve TSK’yı yönlendirecek çağdaş bir önder’e ihtiyaç var!
Ezcümle:
“Atatürk, Türk’uvaz’dadır!”
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/02/ataturk-turkuvazdadr-veveya-bu-hayvann.html
http://ultra-turkler.blogspot.com/2013/06/turkuvaz-rafineri.html
Nokta.

26 Haziran 2013
Hayrullah Mahmud Özgür

Ethem Sarısülük'ün babasının inanılmaz hikayesi


Muzaffer Sarısülük…

Polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün babası. 54 yaşında. 23 yıldır megapol dediği kentlerden uzak yaşıyor. Aslında edebiyat öğretmeni. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden mezun. 1985 yılında ilk olarak Şanlıurfa’da öğretmenliğe başlamış. 1989 yılına kadar görev yapmış. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’a yazdığı sünnet karşıtı mektubu nedeniyle soruşturma geçirmiş ve birgün ceza almış. Şanlıurfa’dan sonra Kayseri’ye atanmış. Yarım dönem çalıştıktan sonra da istifa ettiğini belirten dilekçeyi yazıp çıkmış. Ailesi akıl sağlığının yerinde olmadığını iddia ederek hastaneye yatırılmasını sağlamış. Üç ayrı hastaneden de kaçıp mesleğe dönmeyi reddettiği için sonunda istifa ettiği kabul edilmiş.
Meslekten ayrıldığında oğulları Cem, Mustafa, ölen Ethem ve adını kendisinin koyduğunu söylediği son oğlu İkrar’ı anneleriyle geride bırakarak Sungurlu’ya köyüne dönmüş. Birkaç yıl da köyde yaşadıktan sonra tamamen kendini soyutlamış ve arazide yatıp kalkmaya başlamış. Soğuktan korunmak için kendine küçük bir baraka yapmış. Küçük bir mangal dışında hiç ateş yakmamış. Nasıl ısınıyorsun sorusuna “Yatağıma yatıyor ısınıyorum” diyor. Mangalı da bazen çorba yapmak için kullandığını söylüyor.



İLK KEZ OĞLUNUN CENAZESİNDE ORTAYA ÇIKTI
Muzaffer Sarısülük’ü pek çok kişi ilk kez oğlu Ethem Sarısülük’ün Çorum Haber’deki cenaze haberiyle öğrendi. Cenazeye katılanlardan ADD Çorum Şubesi Başkanı Uğur Demirer’in Muzaffer Sarısülük’ün Ankara’dan lise arkadaşı olması ise görüşme ve daha yakından tanıma olanağını yarattı.
SUNGURLU’DAN DOSTLARI YARDIMCI OLDU
Sungurlu’dan İsmail Akyıldızoğlu ve Emrah Koçtekin ile Kemal Keçelioğlu da bizlere yardımcı oldular. Uzun zamandır tanıdıkları ‘Hoca Muzaffer Sarısülük’ü bizim için aradılar. Biraz dolaşmanın ardından yaz-kış ömrünü geçirdiği keliği bulduk. Şansımızdan yerindeydi. Uğur Demirer, cenazede karanlığa rağmen sesinden tanıdığını söylemişti. Yine aynı şey oldu. Uğur Bey “Beni tanıdın mı Muzaffer” dediğinde “Sen Uğursun. 35 yıldır görüşmemiştik. En son cenazeye geldin” deyiverdi. Konuşmanın bir yerinde de Ankara’daki ortak arkadaşlarından söz ederken, “Onlar dolmuşa binerlerdi biz seninle paramız olmadığı için yürürdük” diyerek ayrıntılara kadar hatırladığını gösterdi.


İlk karşılaşma...
YÜRÜYEREK ÇORUM’DAN ANTALYA’YA KADAR GİDİP GELMİŞ
Üzerinde sadece bir pantolon ve kazak vardı; yalınayaktı. Yanında taşıdığı montun ise sadece ceplerini kullanıyor. Her yere yürüyerek gidiyor ve kesinlikle arabaya binmiyor. Hatta o kadar ki, birkaç kez Antalya’ya kadar yürüyerek gidip geldiğini bile söylüyor. Hesaplarına göre, yürüyerek 2400 kilometre yol yapmış. Kullandığı tek teknolojik alet ise haberleri takip edebilmek ve gerektiğinde ailesine ulaşabilmek için oğlunun verdiği parayla aldığı cep telefonu. Ethem’in öldüğünü de flaş haber şeklinde cepten duymuş.


Hiç traş olmuyor. Saçı ve sakalı iyice birbirine yapışmış bir halde. Sadece akarsudan içiyor ve zaman zaman da aynı suda yıkanıyor. 17 yıldır hiç et yemediğini, vejeteryan olduğunu söylüyor. 20 yıldır kimseyle el sıkışmadığını, hatta hiç temasta bulunmadığını da ekliyor. Bir şey uzatılırsa yere konulmadığı zaman almıyor. Kendisi de bir şey vereceği zaman yere bırakıyor. Kendisiyle ilgili kitabı da, nüfus cüzdanını da aynı yöntemle verdi. Sigara içiyor. Kendisi için alınan sigaraları ise “Saklayıp bir dahaki gelişinizde size ikram edeceğim. Mutlaka gelin” diyerek saklıyor. Gönlü bol. Oğlunun cenazesinin ardından gelen giden olur diye yiyecek içecek saklamış. Biz gittiğimizde çıkarıp ikram etti.


Gözleri de dişleri de çok sağlam. Ancak kesinlikle kimsenin gözünün içine bakmıyor. Eski arkadaşlarından ya da tanıdıklarından birinin öldüğünü duyduğu zaman hemen yerinden kalkıp bir takla atıyor. Niye yaptığını sorduğumuzda ise “Bu da benim onlar için yaptığım ibadetim” diyor. Bir ara sıcaktan bunalıp üstündeki yırtık kazağını da çıkardığında saçı ve sakalı daha da ortaya çıkıyor. Bir gram yağ yok ama öyle bir deri bir kemik durumu da yok. Anlatılanlara bakılırsa 40-50 kiloluk hurdayı kilometrelerce taşıyabiliyor. Bizim arabayla 10 dakikada ancak katettiğimiz yolu arazi içinden yürüyerek 16 dakikada alması da ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.


BARAKASINDA TÜRK BAYRAĞI VAR
Barındığı yeri çevirmiş. Bir Türk bayrağı asmış. Barınağında çok sayıda ansiklopedi ve kitap var. Fotoğraf çekmek istediğimde kırmızı kapaklı “Oğlum getirmişti” diyerek Ethem’in hediye ettiği “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi” ansiklopedisini gösteriyor. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nden çok etkilendiğini saklamıyor. Sık sık Hançerlioğlu’nun yapıtını söyleyip “Çok değerli bir kitap. Her aradığımı buluyordum” diyor.






TRT programcısı asker arkadaşı Servet Somuncuoğlu’nun Gallemit adlı kitabı da bunların arasında. Bu kitapta Muzaffer Sarısülük’ün 13 mektubu da yer alıyor.
ASKER ARKADAŞI KİTAPLAŞTIRDI
Kitabın arka sayfasındaki ifadeler ise çok ilginç.
“Bu kitapta anlatılanların hepsi gerçektir ve roman´ın esrarengiz kahramanı hala hayattadır.
Mektupları uzatıyorum. O hiç okumadan, tek tek elden geçiriyor mektupları. Toplam on üç mektup. Mektuplardan hiçbiri aynı kâğıda yazılmış değil, yani biri sigara kâğıdına, bir diğeri dosya, başka biri asker defterinden koparılmış sayfa, teksir kâğıdından koparılmış bir parça.
İstanbul´u, gemiyi, evi, barkı her şeyi unuttuk. Öylece mektuplara bakıyoruz. O sormuyor, ben de anlatmıyorum. Suskunluk büyüyor, o mektuplara dalıyor, ben kubbeleri seyrediyorum, sol tarafıma kız kulesi düştü şimdi.
Aziz, elindeki mektupları bana uzattı ve kendi kendine söylendi. 'Bey oğlu bey, köle oğlu köle olmak rızasındadır' Bu adam kim
Bu adam bir 'Kam', bir 'Bilici' Azizciğim!!!”
Servet Somuncuoğlu’nun bilici dediği Muzaffer Sarısülük, Gallemit adını kendisinin koyduğunu söylüyor. Kitabın elinde tek olduğunu ve kaybetmek istemediğini de söylüyor. Mutlaka geri getireceğimizi söylüyor ve ısrar ediyoruz. Yayınevinin adresini ve telefonunu kaydettikten sonra veriyor. Eğer kitabın başına bir şey gelirse yeniden istemek için adresi ve telefonu aldığını söylemeyi de unutmuyor.


HURDA TOPLAYIP GEÇİNİYOR
Mal mülk sıkıntısı yok ama gazete okumak, içki alabilmek, karnını doyurabilmek için para kazanması gerektiğini de biliyor. Hurda toplayıp satarak bu ihtiyaçlarını giderdiğini söylüyor. “İhtiyacım olanı bulur, kullanır ve ardımda bırakırım” diyor. Sungurlu’da tanımayan kimse yok. Adını kimse söylemiyor. Bilen biliyor ama onlar da çoğunlukla “Hoca” diye sesleniyor. O da bunu kabul etmiş durumda. Sungurlu’da pek çok da dost edinmiş. Kemal Keçelioğlu, İsmail Akyıldızoğlu, Emrah Koçtekin bunlardan sadece üçü. Kemal Keçelioğlu’nun bağındaki evine sık sık uğruyor. İsmail ve Emrah da Hoca’ya büyük saygı gösteriyorlar. Onların gözünde Hoca Servet Somuncuoğlu’nun dediği gibi bir kutsal kişi, hatta bir dede. Kesinlikle uğrunun kesilmemesi gerektiğine inanıyorlar. Emrah Koçtekin, “Hoca’ya zarar vermek isteyen olursa kendimi O’na siper ederim” diyecek kadar da saygı ve sevgi duyuyor. Birkaç kez yıkamayı, berbere götürmeyi önermişler. Sadece “Bana karışmayın yeter” demiş.
“KÖTÜ BİR ŞEY OLACAĞINI HİSSETMİŞTİM”
Geçmişini çok kurcalatmak istemiyor. Oğullarının her yıl yanına uğradığını, görüp gittiklerini söylüyor. Konuyu Ethem’e getirmeye çalıştığımızda “Ölen öldü, kanadım kırıldı ama artık yapacak bir şey yok. Elden gelen yok. Ethem’in geri geleceği de yok” diyor. Ancak öldüğünü ilk duyduğunda Kaymakamlığı basmaya çalıştığını da laf arasında söylemeden edemiyor. “Bazı insan evladından, bazı evlat da atasından üstündür. Kimi insan evladını kurtarmaya çalışır kimi evlat da atasını. Ben Ethem’i kurtaramadım. Öleceğini biliyordum” diyor.


1980 öncesinde Abidinpaşa’da sağcıların egemen olduğu bir lisede okumuş. Olayların tam göbeğinde yer almış. “Ben oğluma bakarsan solcunun hafifiydim. Anaları yetiştirdi onları. Bana göre daha hızlı solculardı. Ethem daha doğduğunda Tanrı tarafından farklı yaratılmıştı. Hangi ata evladı arasında ayrım yapar? Ancak ne yalan söyleyeyim Ethem’i diğerlerinden farklı görür ve severdim. Varlığıyla değilse de yokluğuyla fark yaratacağı belliydi” diyerek sevgisini anlatıyor. Evinden ayrıldığında Ethem 6 yaşındaymış. En son 18 Mayıs 2013’de İbrahim Kaypakkaya’yı anmaya gelen grupla geldiğinde görüşmüşler. “Yanıma uğradı. Sanki saklanıyor gibiydi. Kötü bir şeyler olacağını o zaman gördüm. Ama elimden gelen bir şey yoktu” demekten kendini alamıyor.
“TAKSİMDE HALK HAKLI”
Türkiye’nin Ethem için ayağa kalktığını söylediğimizde araya bir de dörtlük serpiştirerek “Geri gelmeyecek ki. Devletle kavga etmem. Hiç etmedim. Devlet benzer gökteki kuşa, sürer ahlakı yokuşa. Alır ite kakışa, yol açık geçemedim. Kapitalist ahlak yine yaptı yapacağını. Megakentler insanı öldürür diyordum. Hep başkasının mı canı yanacak. Bu kez de bizim canımız yandı” diye konuşuyor.
Taksim eylemlerine nasıl baktığını sorduğumuzda ise daha net yanıt veriyor. “Dünyanın hiçbir yerinde şehrin göbeğine kışla yapılmaz. Ne amaçla kullanırsan kullan. Taksim’de halk haklıdır. İstanbul’un kendisi kanaldır. Yeniden kanal yapmak hangi aklın işidir?” diyerek kendi görüşlerini de aktarıyor.


Oğlunun cenazesine son anda yetiştiğini de anlatan Muzaffer Sarısülük, “Hoca kuranı bitirmeden yetiştim. Dağlardan aşıp geldim. Sol gelenekte vardır, ölenin mezarında nöbet tutulur. Baktım gençler uzaklardan gelmişler ve nöbet tutmak istiyorlar. Başları yanmasın diye onları gönderdim. Ailesinden birisi yoksa yoldaşları tutar dedim. Mezarında ben kalırım dedim. O gece oğlumun mezarında kıvrılıp yattım. Son kez yanında oldum” diyerek aslında ne kadar etkilendiğini de ortaya koyuyor.


Tugay Afat / Çorum
Odatv.com

Sunday, June 23, 2013

Allah Bu Milleti Usta İle İnkisara Uğratmasın…- Lokman Erdoğan



Allah Bu Milleti Usta İle İnkisara Uğratmasın…- Lokman Erdoğan



Horbo’ya “Siz Ahmet Emin’i değil, bizi, iman davasını yaraladınız!”diyen Necip Fazıl hasta yatağında ziyaretine gelen ziyaretçisine döner ve bence tarihi sözünü, son karakolun son can alıcı cümlesini son nasihatini ve bir ömrün iman davası adına yaşadığı savrulmaları dua tadında dile getirir. Der ki “Allah bir kere de beni bu cemaatle inkisara uğratmasın.” Milleti inkisara uğratan kadroları ve milleti inkisara uğratan proje adamların demeçlerini ve çalışmalarının boyutunu idrak ettikçe Necip Fazıl’ın ne demek istediğini düşünmek çok düşünmek gerekiyor diyorum.

Yıllar önce okuduğum bir kitapta önce alkışlanan sonra ise öldürülen kahramanların hikâyesi anlatılıyordu. O gün bu gündür alkıştan ve abartılı övgüden velhasıl kılık değiştiren övgü cümlelerinden ruhum sıkılır. Bilirim ki hak adına yollara düşen peygamberlere kast eden insanoğlunun karanlık şeceresinde bizim hükmümüz bir nokta bile değildir. Saçlarını Dışişlerinin koridorlarında ağartmış, büyük savruluşlar yaşamış adamın hayatının tek ve tenha günlerinde yazılarımızdaki samimiyeti görerek anlattıklarında bakılırsa bu milletin işi zordur. Bu zorluklar sadece bilgiyle değil ancak ve ancak ihlâsla aşılır. Bu karanlık komitelere karşı sadece seçimlerden zaferle çıkarak başarılı olmak, kanun hükmünde kararnamelerle başörtüsünü serbest bırakmakla, askeri okullarda 24 öğrencinin Kuran-i Kerim dersini seçmesiyle yol kat etmek, yargı paketleri ile şirin gözükmek ve başarılı olmak sanıldığı kadar kolay değildir.




Liderin sokaktaki karizmasının artık Türkiye ile sınırlı olmadığı bilinen bir gerçektir. Son olarak da Mısır’da gösterilen ilgi bunun en güzel örneğidir. Bu ilgi özü itibariyle Türkiye için bir şanstır fakat Türkiye’nin bu şansı nasıl değerlendirdiği daha öz cümle ile değerlendiremediği ortadadır. Arap sokaklarında bir reklam cümlesi ile özetlersek kalite kallavi’dir ama madalyonun birde öbür yüzü vardır. Fahrettin Paşa’nın Medine Müdafaası ve yaşadıkları, Ortadoğu dünyasında sokak ile yönetimlerin çok zıt olduğunu 10 milyon Hıristiyan nüfusuna sahip Mısır’ın yöneticilerinin Türkiye ile ümmet olduğunu düşünerek hareket etmek yanıltıcıdır. Nitekim 10 yıllık AK Parti iktidarın da İran’a -ki o İran Yahudilerin en rahat yaşadığı ülkedir- o kadar destek çıkılmasına rağmen mollaların Türkiye’nin kadim sorunlarına karşı hangi olumlu hamlenin altında imzası vardır. AK Parti iktidarı döneminde Arap dünyasında Kıbrıs davasıyla ilgili olumlu bir cümle duyan var mıdır? Hangi Arap ülkesi Kıbrıs’ı tanımıştır yoksa ben mi hatırlamıyorum. Hatırlayan var mı?

Kıbrıs’taki gücümüz demeçlerle kavga ettiğimiz anlaşmalarda dostluğumuzun devam ettiği İsrail’e vurulacak en büyük darbe olacakken neden acaba Kıbrıs sorununda on yıldır olumlu bir gelişme olmadı düşünen var mı?




BM görüşmelerde İran’ın arkasında kale gibi duran Türkiye’nin bu kararlarının arkasında iktidar içindeki İran gücünün etkisi hangi boyutlardadır. Bu etki ile mi Sünni cemaatler bir proje kapsamında iktidarın karşısına düşman pozunda çıkarılmaktadır. Müsteşarlık neden bu konuda ayrıntılı dosyalar hazırlamak için özel birimler kurmaktadır. Daha da önemlisi elindeki iktidar gücünü kimseyle paylaşmak istemeyen Liderin karşına rahatsız edici bir güç olarak çıkarılan dini cemaatlerin hizaya çekilmesinin çalışması bizim sandığımızdan daha mı derin bir projedir. Sıffin savaşından sahabeleri birbirlerini öldürten münafık ve fitne yapının o günden sonra aradan çekildiğini düşünenler tarihin tozlu sayfalarına baksın derim. Çok uzağa gitmeye gerek yok bu yapının Bediüzzaman’ı defalarca zehirlediği, Muhammet Reşit Erol’un üç yıl sonra ölümüne sebep olan zehir ile ortadan kaldırdığını, Özal’ın işini şansa bırakmadan Numan Nuh’un cümlesi ile “Ölmeme ihtimalinin bile öldürüldüğü” artık gün gibi ortadadır. Bu fitne ve münafık yapının yeni konsepti ve yeni oyun kurucuları, eski yanlışları yapmadan ağızlarını daha sıkı tutarak, cep telefonlarını daha dikkatli kullanarak, faili meçhulleri toprağa gömmeden, Liderle çatışmadan, daha sistematik bir şekilde hareket etmekte tabir yerindeyse hareke geçirdiği uyuyan fitne uzmanları ile kristal vazoları birbirine vurarak milletin ruh köküne şamar vurma hazırlıklarını aşama aşama hayata geçirmektedir. Bu proje yapının kadın ve para zaafıyla işlediği esas demirler ve kanal kanal gezerek görevlerini yapanlar, Ergenekon davasıyla Veran hanelere baykuş sesleri ile umut aşılayanlar büyük bir projenin saha adamlarıdırlar. Aslında hayatlarının bütün dönemlerinde başka mahfillerin zaafları dillerden düşmeyen görevlileriydi lakin Allah’tan umut kesilmezdi. Bu isimleri yıllardır hücrede bekleten yapı “Atı alan Üsküdar’ı geçmeden” kadrolarını tek tek sahaya sürme kararı alarak hamlesini yaptı. İlk sahaya sürülen ve kanal kanal gezen son olarak kazık unvanını alan yeni evlilikler yapan kişinin açıklamaları ile başlatılmak istenen süreç bütün kararları alanın himmetiyle tersine döndü ve başlayan Ergenekon Davası ile ne hikmetse faili meçhuller bıçak gibi kesildi. Esas demirin raporları ile de yeni bir sürecin başladığını ve yeni sürpriz isimler beklediğimi belirtsem abartılı olmaz. Bu isimleri burada yazmak da şık olmaz. Bekleyip göreceğiz. Arkalarındaki büyük piar çalışmasının meydana getirdiği sahte rüzgârla kısmen başarılı olan bu isimler için son kullanma tarihleri geçtikten sonra kullanılacak tek cümle vardır. Bize atılan kazıktılar… Bu isimler ailesini ve çocuklarını mana âleminde kaybederek zehirli masal kitabının büyüsüne kapılmış isimlerdir. Bu projelerle birlikte kitaplar yazılmış, savcılıklara suç duyuruları yapılmış, raporlar tekrar yazılmış, terör örgütüyle görüşmeler yapılmış, kamuoyu oluşturulmuş ve nitekim Türkçe olimpiyatlarındaki heyecan arkasındaki derin mana çözülmeden maç ya da konser seyreden kalabalıklarla kıyaslanarak efendim biz daha büyük kalabalıklar toplarız denilerek Liderin insan doğasında bir gedik daha açılmıştır. Hatırlamak lazım ki bu gedikler diğer bir deyimle Muhteşem Süleyman’ı evlat katili yapmıştır. Bu ince çalışmalarla ülkenin iki kristal kadrosunu kavgalı göstermek için Psikolojik Harp taktiklerinin en esaslıları kullanılmaya başlanmıştır. İktidarın lüks tutkunu kadrolarına özel dairenin özel adamları tarafından atılan yem ile başlayan süreç hiç alakası olmayan konular üzerinden cemaat ve iktidar kavgasına dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bilinmelidir ki cennetle müjdelenen insanları düşman haline getiren bu kadro için bu işler aslında çocuk oyuncağıdır.




Ben bu kavganın arka planında Zakkum bahçesindeki Fidanın ve Çankaya’da açan Gülün rollerinin azımsanmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaman benim düşüncelerimin esasını öğrenme noktasına doğru hızla kayıyor. Eğer rolleri ve katkıları yoksa varlığından Horboları, Ogünleri, Yasinleri, Alparslanları yetiştiren, PKK’ya elaman devşiren yapıların rahatsız olduğu dershanelerin kapatılması konusundaki samimi düşüncelerini açıklasınlar. Dershaneler sayesinde KCK’nın elinden kurtarılan çocukların bugün dünyanın dört bir noktasında nasıl Türkçe öğrettiklerinin raporunu Lidere sunsunlar ve bu çocukların aslında dayılarının, amcalarının terör örgütünde nasıl etkin rolleri olduğunu da dipnot olarak belirtsinler görelim yiğitliklerini… Aynı konuda “Lamı cimi yok” derhal salınsınlar diyerek Silivri’ye selam gönderen Manisalı avukat içinde safını belli etme zamanı gelmiştir. Yoksa gerçek saf “Lamı cimi yok” sözü ile belli mi edilmiştir. Umut ederim ki Menderes, ismi üzerinden insanları yıllardır aldatan Cintonik vakası sıcaklığından çıkarılması gereken ders Manisalı meslektaşını kapsamaz.

İktidarın Liderin karizması üzerinden iş pişiren ve aslan payını alan, medyadan uzak durarak eleştiri oklarından kurtulan isimlerinin yolları nerede ne zaman kesişti sözün özü hangi bahçede harmanlandılar anlamaya çalışmalıyız. Samimiyet, anne duası ve Allah vergisi yeteneklerle toplumda karşılık bulan Liderin akademiden gelen, tez hazırlamayan ve dil bilmeyen herkese tependen baktığı dillerden düşmeyen A takımı ne kadar liderin A takımıdır hiç düşündük mü?

Bunları bilmeden dostlar ve vefa referansıyla has daireye alınan, İmam aşkıyla hapse düşen adamların üniversite yıllarında yetiştiği iklimi, okuduğu kitapların satır arasındaki derin şifreyi anlamak mümkün değildir.

Alkışa lanet, alkışlayana lanet demeden yürü, yürü ki sen yürürken dağlar kenara çekiliyor, diyen ve bunu sinsice yapan kadroların Liderin ve bu milletin iyiliğini düşündüğünü düşünmüyorum. Kader oku karşısında paralı danışmanların, pahalı zevklerin, biriken servetin, yazılan anıların bir hükmü olur mu bilmem. Yazının ilk paragrafın da belirttiğim noktayı ve Necip Fazıl’ın ne demek isteğini anlamak için Hz. Peygamber’in Emr olunduğun gibi istikamet et! Ayeti nazil olduğu zaman neden işte beni kocaltan bu ayeti celiledir dediğini anlamak gerekiyor.

Hak yolunda dosdoğru olmak ve istikamet etmek sanıldığı gibi kolay değildir. Bu konuyla bağlantısı var mı bilmiyorum ama Önder Aytaç’ın son günlerde yazdığı

http://haber.rotahaber.com/NE_OLMALI_KOCAMAN_SERAFETTIN_MI_OZDEMIR_KEMALETTIN_MI/324262 linkinde bulunan yazısının kendi içinde ibretler barındırdığını düşünüyorum. Yazının ilk cümlesi ise bütün insanlığı kucaklıyor. Evet, “Allah bizi göz açıp kapayıncaya kadar -bile- nefsimiz ile baş başa bırakmasın.’




Bu noktada Liderin durması ve bir kere ihanet edenlerin hep ihanet edeceğine dair masallarla bize verilen mesajlara dikkat etmesi elzemdir. Yoksa ihanet kadrosunun oyunu ve fitnesi ile başlayan kırılma tamiri imkânsız yaralar açabilir. Ülkenin insan hakları merkezli kazanımları yargı paketleri ile toz olup giderse, dershaneler insan kaynağıdır kapatılsın tezine itibar edilirse, biz daha büyük salonları doldururuz bunlar ne ki sözü kalplerde karşılık bulursa, terör örgütlerine verilen devlet desteği çözülmeden terörün biteceği yalanına kanılırsa, alkışlara güvenilirse, mağlup olur bu yolda galip olduğunu düşünen.




İnsanlığın istikbali için yolara düşen Yarınki Türkiye’nin kurucuları ve diriliş neslinin erleri ile lideri karşı karşıya getirmek gayretiyle çalışan kadrolar dua edelim ki bu milleti Usta ile inkisara uğratmayı başaramasınlar.